Mekkî dönemin sonlarında nâzil olmuştur. 128 âyettir. Bal arısı mânasına gelen nahl, 68. âyette geçer. Allah Teâlânın yaratıcılığı ve ilhamı, bal arısının bal yapmasında açıkça meydanda olduğundan Allah Teâlâ bu ilhama dikkatimizi çekmektedir. Hz. Peygamberin risaletine, imanın ve küfrün neticelerine değinilip sonra Allah’ın birliğine dair delillere geçilir. Küfür ve nankörlüğün, şükürsüzlüğün neticeleri bildirilir. Sonra esas gaye olan, insanları hak dine münasip usul ile çağırma üzerinde durularak sûre sona erdirilir.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Allah’ın emri geldi, gelecek! Artık onun gelmesini çabuklaştırmak istemeyin. Allah müşriklerin koştuğu ortaklardan münezzehtir, yücedir. [21,1; 54,1]
2 – Allah melekleri, kendi tarafından bir vahiy ile kullarından dilediği kimselere, “Ben’den başka tanrı yoktur. Bana karşı gelmekten sakının!” diye uyarmak üzere gönderir. [42,52; 6,124; 22,75; 21,25]
3 – O, gökleri ve yeri hikmetle, ciddi bir maksatla yarattı. O, müşriklerin koştukları ortaklardan münezzehtir! [53,31]
4 – Nitekim O, insanı bir damla sudan yarattı. Ama o yaman bir hasım kesiliverdi. [36,77-79; 25,54]
5 – Allah davarları da yarattı.
Bunlarda sizi soğuktan koruyan (deri, yün, kıl gibi) maddeler ve birçok faydalar vardır.
Hem onların etlerini ve ürünlerini de yersiniz.
6 – Onları akşam otlaktan getirir, sabahleyin otlatmaya götürürken bambaşka bir zevk alırsınız! [6,142]
7 – Bunlar yüklerinizi taşırlar; öyle uzak diyarlara kadar götürürler ki,
onlar olmaksızın, son derece zahmet ve meşakkat çekmeden varamazdınız oralara.
Gerçekten, bunları size âmade kılan Rabbiniz pek şefkatlidir, rahmet ve ihsanı boldur. [36,71-72; 23,21-22; 40,79-81; 43,12-14]
8 – Hem binmeniz, hem de zinet olsun diye atlar, katırlar, merkepler yarattı.
Hem sizin bilemeyeceğiniz daha neler neler yaratacak!
Bu hayvanların etlerinin yenmemesine, ayrıca her zaman yeni bineklerin yaratılacağına işaret edilmektedir.
9 – Doğru yolu bildirmek Allah’a aittir. Kimi yollar ise eğridir. Şayet O dileseydi, hepinizi toptan doğru yola getirirdi. [76,3; 6,153] [10,99; 11,117-119]
İnsanın maddî hayatını sürdürebilmesi için sayısız nimetler yaratıp insanın emrine veren Allah’ın, onun manevî hayatını düzenleyen yolu göstermemesi imkânsızdır. O bu yolu göstermekle beraber, insanı o yola girmeye mecbur etmemiş, insanı eğitip kemale erdirmek kasdıyla, onun kendi iradesi ile doğru yola yönelmesini istemiştir.
10 – O’dur ki gökten yağmur indirir.
Hem içeceğiniz su ondan oluşur,
hem de hayvanlarınızı içinde otlattığınız ot ve ağaçlar!
11 – Allah o su sayesinde sizin için ekinler, zeytinlikler, hurmalıklar, üzüm bağları ve çeşit çeşit meyveler yetiştirir.
Elbette bunda düşünen kimseler için alınacak bir ders var! [27,60; 7,57; 6,99]
12 – Hem geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin hizmetinize verdi.
Diğer yıldızlar da O’nun emriyle size râm edilmiştir. Elbette aklını çalıştıran kimseler için bunda alınacak nice ibretler var!
13 – Yeryüzünde türlü türlü renklerle, her çeşitten bitki ve hayvan olarak sizin için yarattığı daha neler neler var!
Elbette bunda düşünen kimseler için alınacak ibret var.
14 – Yine O’dur ki denizi sizin hizmetinize verdi ki
oradan taptaze et yiyesiniz ve takınıp kuşanacağınız zinet eşyası çıkarasınız.
Denizde gemilerin suları yara yara akıp gittiklerini görürsün.
Bütün bunlar O’nun lütfedeceği nasibi aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.
15 – Hem dünya, hareketiyle sizi sarsmasın diye,
yeryüzüne sağlam dağlar koydu.
Amaçlarınıza ermeniz için ırmaklar, geçitler yerleştirdi. [79,32; 21,31]
16 – Yol bulmada yararlanacağınız daha birçok alâmetler, işaretler koydu.
Yıldızlarla da bir kısım insanlar yol bulurlar.
Yıldızlar her devirde insanlar için önemlidir. Zira insan ile yıldız arasında, insanlarla gök alemi arasında daima bir münasebet olagelmiştir. Bunun asgarisi ise insanların yıldızlar vasıtasıyla yön tayin etmeleridir. Yıldızların yerlerinin kâinatın dengesindeki ehemmiyetine ve insanlarla yıldızlar arasındaki bu münasebete binaen Cenab-ı Hak yıldızların yerlerine yemin etmiştir. [56,75]
17 – Yaratan hiç yaratamayana benzer mi? Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
18 – Halbuki Allah’ın nimetlerini birer birer saymaya kalksanız, mümkün değil, sayamazsınız. Gerçekten Rabbin gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [14,34]
Sûrenin 3. âyetinden buraya kadar olan kısmı, keza ileride gelecek 65 – 83 bölümü, kâinat kitabının değişik sayfalarını ve manzaralarını göstererek insanı bunlar üzerinde düşünmeye, bu muazzam nizamı kurup yöneten Allah’ın kudreti önünde eğilmeye, O’nun nimetlerinden yararlanıp O’na şükretmeye teşvik etmektedir.
19 – Allah sizin neleri gizleyip neleri açığa vurduğunuzu pek iyi bilir.
20-21 – O müşriklerin Allah’tan başka ibadet edip yalvardıkları sahte tanrılar ise,
hiçbir şey yaratamazlar. Zaten kendileri yaratılmaktadırlar.
Hep ölüdürler, diri değildirler.
Kendilerine tapanların bile ne zaman diriltileceklerini bilemezler. [37,95-96]
22 – Sizin ilâhınız bir tek İlâhtır. Öyle iken âhireti inkâr edenlerin kalpleri bu gerçeği de inkâr eder. Hep kibirlenip dururlar. [38,5; 39,45; 40,60]
23 – Hiç şüphe yok ki Allah, onların neleri gizleyip, neleri açığa vurduklarını pek iyi bilir ve şu kesindir ki kibirlenenleri hiç sevmez.
24-25 – Onlara: “Rabbiniz ne gönderdi?” denildiğinde “Öncekilerin masallarını!” derler.
Böylece kıyamet günü kendi günahlarını tastamam yüklenmelerinden başka, bilgisizlikleri sebebiyle saptırdıkları kimselerin günahlarının epey bir kısmını da yüklenmeleri için böyle derler.
Bak! Ne fena bir yük yükleniyorlar! [25,5-9; 74,18-24; 29,13]
26 – Kendilerinden önceki kâfirler de peygamberler için hileler, tuzaklar kurmuşlardı.
Ama neticede Allah onların binalarını ta temellerinden yıktı da üstlerindeki tavan tepelerine çöktü.
Hem de bu azap onlara hiç fark edemedikleri bir yerden geldi. [5,64; 59,2]
27 – Sonra kıyamet günü de Allah onları zelil eder ve:
“Hani” der, “nerede sizin o uğurlarında müminlere düşman kesildiğiniz ortaklarım(!)”
Kendilerine ilim nasib edilenler de: “Gerçekten her türlü zillet ve sefalet bugün kâfirlerin başınadır!” derler. [86,9-10; 26,93]
28-29 – Kendi öz canlarına zulmederlerken meleklerin canlarını aldıkları kimseler azabı görünce:
“Biz, bir kötülük olsun diye yapmıyorduk!” diye başlarını öne eğerler.
Kendilerine iman ilmi nasib edilmiş olanlar da:
“Hayır, hayır! Allah yaptığınız işi ne maksatla yaptığınızı pek iyi biliyor!
O halde girin bakalım içinde ebediyyen kalmak üzere cehennemin kapılarından!
Ne fena bir yerdir o kibirlilerin yeri!” derler. [6,23; 58,18] [35,36; 40,46]
30 – Allah’a karşı gelmekten sakınanlara ise: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde: “Hayır indirdi.” derler.
Bu dünyada güzel işler yapanlara güzel bir mükâfat var.
Âhiret yurdu cennet, dünyadan ve içindeki her şeyden elbette daha hayırlıdır.
Takvâ sahiplerinin yurdu ne güzel yurttur!” [16,97; 28,80; 93,4; 3,198]
31 – Adn cennetleri, oraya girecek onlar…
Zemininden ırmaklar akar.
Onlara orada ne isterlerse var…
İşte Allah müttakileri böyle ödüllendirir. [43,71; 41,30-32]
32 – Onlar ki melekler canlarını tatlılıkla alırlar:
“Selâm size! Yaptığınız işlerden dolayı buyurun cennete!” derler.
33-34 – Dini inkâr edenler ille kendilerine meleklerin gelmesini,
yahut Rabbinin azap emrinin gelmesini mi bekliyorlar?
Onlardan öncekiler de böyle yaptılar.
Allah zulmetmedi onlara, kendi canlarına zulmediyordu onlar!
Kendilerini buldu, yaptıkları kötü işler.
Sarıp kuşatıverdi onları alay ettikleri şeyler! [52,14]
35 – Bir de müşrikler dediler ki: “Eğer Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız,
Kendisinden başkasına ibadet etmez.
Onun emri olmadan hiçbir şeyi haram kılmazdık.”
Bunlardan öncekiler de böyle söylemiş, böyle yapmışlardı.
O halde, peygamberlere açık bir tebliğden başka bir vazife düşer mi?
36 – Biz her millete bir peygamber gönderdik.
O da “Allah’a ibadet edin, tağuttan uzak durun!” dedi.
Sonra onlardan bir kısmına Allah hidâyet nasib etti, bir kısmı hakkında da sapacaklarına dair hüküm kesinleşti.
İşte gezin dolaşın dünyayı da, peygamberleri yalancı sayanların âkıbetlerinin ne olduğunu görün! [21,25; 43,45; 47,10; 67,18]
Bu âyette, küfür ve dalâleti tercih edenleri Allah’ın dalâlette bıraktığı, Dünyada da ceza olarak Allah’ın onları imha edip, diyarlarını boşalttığı bildiriliyor. Müteakip âyette ise müşriklerin inadı, Resûlullah (a.s.)’ın ise onların yola gelmelerine ne derece düşkün olduğu hatırlatılıp, üzülmemesi bildiriliyor.
37 – Sen onların hidâyete gelmelerine ne kadar düşkün olsan da,
şunu bil ki: Allah dalâlette bıraktığı kimselere hidâyet vermez.
Onlara yardım eden de bulunmaz. [5,41, 11,34; 7,186; 10,96-97]
Âyetin mânası şudur: Bir insan, iradesini kötüye kullanıp dalâleti tercih eder, hep orada kalmakta ısrar ederse Allah onun kalbinde dalâleti yaratır. Böyle birini, kendi isteği rağmına, zorla hidâyete getirmez (Âlûsî).
38 – Onlar var güçleriyle yemin ederek: “Allah, ölen kimseyi diriltmez!” dediler.
Hayır, diriltecek!
Bu O’nun verdiği kesin bir sözdür, fakat insanların ekserisi bunu bilmezler.
39 – Diriltecek ki hakkında ihtilaf ettikleri o ba’s, o diriliş gerçeğini meydana çıkarsın
ve bunu inkâr edenler de kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler. [53,31; 52,14-16; 20,15]
40 – Biz herhangi bir şeyin olmasını istediğimizde,
sadece “Ol!” deriz, o da hemen oluverir. [54,50; 31,28; 36,82]
41 – Zulme mâruz kaldıktan sonra Allah uğrunda hicret edenleri,
elbette dünyada güzel bir yere yerleştiririz.
Âhiret mükâfatı ise daha büyüktür. Bunu bir bilselerdi!
Hicretten ötürü yapılan bu vaad, kısa zamanda gerçekleşmiş, Medine döneminin başlangıcından itibaren Müslümanlar teşkil ettikleri sağlam toplum ile hakkı yaymışlardır.
42 – O muhacirler hak yolda sabreder ve yalnız Rab’lerine dayanıp güvenirler.
43 – Senden önce de, gönderdiğimiz elçiler, kendilerine vahyettiğimiz bir kısım adamlardan başka bir varlık değildiler.
Eğer bu konuları bilmiyorsanız Ehl-i Zikr’e sorunuz.
Zikr: Muhtevasının düşünülmesi için okunup ezberlenen ve tekrarlanan metindir. “Ehl-i zikr” ilahi kitaplara vakıf olan alimlerdir.
44 – Evet, belgeler, mûcizeler ve kitaplarla gönderdik onları.
Sana da ey Resulüm bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. Umulur ki düşünüp anlarlar. [17,93-94; 25,20; 21,8; 18,110]
Bu âyetteki Zikir: Kur’ân-ı Kerim veya Sünnet-i Nebeviye olarak tefsir edilir. İkinci tefsir daha az yaygın olmakla beraber daha tutarlıdır. Zira indirilen Kur’ân’ı Hz. Peygamberin (a.s.m.) açıklaması, yine ona indirilen bu Zikir sayesinde olmaktadır. Bu âyet, Kur’ân’ın Sünnet ile açıklanması gerektiğine en kuvvetli delillerdendir. “Dinin tek kaynağı Kur’ân’dır” diyenler şöyle derler: a) Peygamberin görevi sadece tebliğdir. b) Bugün için sadece Kitap gereklidir, zira Peygamberin açıklaması olarak rivayet edilen bilgiler gerekliliğini yitirmiştir. c) Peygambere mal edilen rivayetler güvenilir yolla ulaşmamıştır.
Bunların her üçü de batıldır. Zira, a) Allah’ın muradı sırf mesajı ulaştırmak olsaydı onu melekle veya başka bir tarzda gönderirdi. İnsanlardan bir resul ile gönderdiğine göre, birçok âyette açıkça bildirdiği üzere, ona açıklama ve uygulama görevi vermiştir. b) Hz. Peygamberin Kur’ân’ı tebliğ vazifesinden başka tebyin (açıklama) ve tatbik görevi de vardır. c) Kur’ân’ın birçok hükmünü hatta namaz ve zekât gibi en kesin emirlerini Sünnetin açıklaması olmaksızın uygulamak mümkün değildir. d) Hz. Peygamberden sahih surette nakledilen çok hadis vardır. Bunları inkâr edenin tarihi de inkâr etmesi gerekir.
45-46 – Şer planları hazırlayanlar, emin mi oldular: Allah’ın kendilerini yerin dibine geçirmesinden yahut hiç ummadıkları bir yerden azabın gelmesinden, yahut gezip dolaşırlarken Allah’ın kendilerini kıskıvrak yakalamasından? Çünkü onlar, kaçıp kurtulacak durumda değildirler. [67,16-17]
47 – Yahut da kendilerini korkuta korkuta, eksilte eksilte alıvermesinden emin mi oldular? Demek ki Rabbiniz çok şefkatli, çok merhametlidir.
48 – Görmüyorlar mı ki Allah’ın yarattığı şeylerin gölgeleri bile nasıl sağdan soldan sürünüp Allah’a secde ederek dönmektedir?
49 – Hem göklerde ve yerde ne varsa hepsi, herhangi bir canlı olsun, melaike olsun hepsi Allah’a secde eder, asla kibirlenmezler.
Bu âyeti okuyanın veya dinleyenin secde etmesi vaciptir.
50 – Üstlerindeki Rab’lerinden korkar ve kendilerine ne emredilirse onu yaparlar.
51 – Allah buyurdu ki: “İki tanrı edinmeyin. O ancak tek Tanrıdır. O halde yalnız Ben’den korkun!”
52 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hep O’nundur.
İtaat daima O’nadır.
Öyle iken Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?
53 – Hem sizde nimet namına ne varsa hepsi Allah’tandır.
Kaldı ki size bir sıkıntı dokunduğunda da yalnız O’na yalvarırsınız. [17,67; 14,34]
54 – Ama sonra sizin o sıkıntınızı giderince, içinizden bir kısmı hemen Rab’lerine ortak koşarlar.
55 – İşte verdiğimiz bunca nimete şükür yerine neticede, böyle nankörlük ederler.
Şimdi bir süre eğlenin bakalım, yakında başınıza gelecek âkıbeti öğrenirsiniz!
56 – Bir de kendilerine nasib ettiğimiz nimetlerimizden, tutuyor gerçek yüzünü kendilerinin de bilmedikleri o bilinçsiz putlara pay ayırıyorlar.
Allah hakkı için, uydurduğunuz bu iftiraların mutlaka hesabı sorulacaktır! [6,136]
57 – Allah’ın kızları olduğunu iddia ediyorlar. O, çocuğu olmaktan münezzehtir.
Hoşlandıkları erkek çocuklarını ise kendilerine yakıştırırlar. [43,15-18; 53,21-22]
58 – Onlardan birine bir kızının dünyaya geldiği müjdelenince, öfkesinden ve üzüntüsünden, yüzü mosmor kesilir.
59 – Müjdelendiği bu kötü haberin etkisiyle utanıp eşinden dostundan saklanmaya çalışır.
Şimdi ne yapsın:
Hor, hakir, itilip kakılan bir bela olarak onu hayatta mı bıraksın, yoksa toprağa mı gömsün, ne yapsın? diye kara kara düşünür!
Dikkat ediniz, ne fena hükümlerdi verdikleri bu hükümler!
60 – Âhirete inanmayanların böylesine kötü sıfatları vardır.
Yücelikte örnek olan sıfatlar ise Allah’ındır.
Aziz O’dur, hakim O! (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [30,27]
61 – Eğer Allah zulümleri yüzünden insanları cezalandıracak olsaydı dünyada tek canlı bile bırakmazdı.
Fakat onları takdir ettiği bir vâdeye kadar bekletir. Vâdeleri gelince ne bir an öne alabilir, ne bir an geriye bırakabilirler.
62 – Hem utanmadan, kendilerinin beğenmedikleri şeyleri Allah’a yakıştırıyor,
O’nun dinini, peygamberini hafife alıyorlar, hem de en güzel âkıbetin kendilerini beklediği yalanını uyduruyorlar.
Beklesinler bakalım!
Onlara olsa olsa ateş vardır!
Hem de oraya gireceklerin başında olacaklardır. [41,50; 18,35-36; 11,9-10; 19-77]
63 – Allah şahittir ki, Biz senden önce bir çok ümmete kendilerini irşad etmeleri için resuller gönderdik, fakat şeytan onların batıl işlerini kendilerine güzel gösterdi. Bu yüzden peygamberlerini yalancı saydılar.
İşte şeytan dünyada olduğu gibi, bu gün de onların dostudur. Onlara gayet acı bir azap vardır.
64 – Ey Resulüm! Sana bu kitabı indirmemiz, sırf onların, hakkında ihtilaf ettikleri gerçekleri açıklaman ve sırf iman edecek kimselere hidâyet ve rahmet olması içindir.
65 – Allah gökten yağmur indirip onunla ölmüş olan yeryüzüne hayat verir.
Elbette bunda gerçeğe kulak verecek kimseler için ibret vardır.
66 – Doğrusu davarlarda da size deliller vardır:
Zira size onların karınlarındaki işkembe ile kan arasından,
halis bir süt içiriyoruz ki içenlerin boğazından âfiyetle geçer.
67 – Hurma ve üzümden hem sarhoşluk veren içki, hem de güzel gıdalar elde edersiniz.
Şüphesiz bunda aklını çalıştıran kimseler için alacak ibret vardır.
Bu âyet, hurma ve üzümden, güzel gıdadan farklı olarak sarhoşluk veren bir madde de elde edildiğini bildirmektedir. Böylece sarhoşluk veren şeylerin güzel ve makbul içecek sayılmadığı tasrih edilmekle onun ileride yasaklanacağı da ima edilmektedir. Mekke döneminde içki hakkında başka âyet yoktur. [Bkz, 2,219; 4,43; 5,90-91]
68-69 – Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin!
Sonra da her türlü meyveden ye de Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut!”
Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır.
Elbette düşünen kimseler için bunda (Allah’ın kudret ve hikmetine) delil vardır.
Bu âyette vahiy, ilham anlamındadır. Kuşun uçmayı, balığın yüzmeyi, yeni doğan bebeğin emmeyi öğrenmesi gibi bütün canlıların hayat vesilelerini öğrenmeleri de ilham eseridir. Bütün büyük keşifler, önemli edebiyat ve san’at eserleri de bu kabildendir. Bal arısının harika kimyagerliğine âyet özellikle yer vermektedir.
70 – Sizi Allah yarattı. Sonra da sizi O öldürecek.
İçinizden kimi bilgi-sahibi olmasından sonra çocuk gibi, bir şey bilmesin diye-
ömrün en fena dönemine vardırılır.
Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeye kadirdir. [30,54]
71 – Allah sizi, maişet ve rızık hususunda kiminizi kiminize üstün kıldı.
Nasipleri bol olanlar, mallarını
kendileriyle eşit seviyeye inecek derecede,
yanlarında çalıştırdıkları köle ve hizmetçilere vermezler.
O halde nasıl olur da Allah’ın nimetini, Allah’ın kendilerinin üzerindeki hakkını bile bile inkâr ederler? [30,28]
72 – Allah kendilerinizden, insan kardeşlerinizden size eşler yarattı.
Eşlerinizden size oğullar, torunlar verdi ve sizleri hoş, güzel gıdalarla besledi.
Böyle iken onlar batıla inanıyor da Allah’ın bunca nimetlerini inkâr mı ediyorlar?
73 – Allah’tan başka, kendilerine, ne göklerden, ne yerden zerre miktar rızık verme gücü olmayan ve bunu yapma ihtimali de bulunmayan birtakım nesnelere tapıyorlar.
74 – Artık birtakım benzetmelerle, temsillerle Allah’a benzerler icad etmeyin.
Çünkü Allah benzeri olmadığını bilir, ama siz bu gerçekleri bilmezsiniz.
Allah’ı başka varlıklara kıyas etmeyin. O’nu muhafızlar, nöbetçiler, sekreterler aracılığı ile kendine ulaşılan dünya krallarına kıyas etmeyin. Herkes doğrudan doğruya O’nun huzuruna girebilir.
75 – Allah size bir temsil getiriyor:
Bir tarafta bir şahsın kölesi olup hiçbir güç ve yetkisi olmayan âciz bir adam,
öbür tarafta kendisine tarafımızdan bol bol rızık ve imkân nasib ettiğimiz bir zat ki
o maldan gizli-açık dilediği gibi harcayıp kullanıyor.
Hiç bu ikisi eşit tutulabilir mi?
Bütün hamdler, övgüye vesile olan her şey, Allah’a aittir.
Ne var ki onların çoğu bunu bilmezler.
76 – Allah bir de şu temsili getiriyor:
İki kişi var. Birisi dilsiz, hiçbir şey beceremez, efendisine sadece bir yük!
Ne tarafa gönderse hiçbir işe yaramaz!
Şimdi hiç bu zavallı ile, hakkı hakikati bilen,
adaleti dile getirip gerçekleştiren, dosdoğru yol üzere ilerleyen bir insan eşit tutulabilir mi?
77 – Bütün göklerin ve yerin gaybını bilmek de Allah’a mahsustur!
Kıyametin oluş işi ise, başka değil, ancak göz açıp kapama yahut daha da kısa bir anda olup biter.
Şüphe yok ki Allah her şeye kadir! [54,50; 31,28]
78 – Allah sizi analarınızın karınlarından öyle bir halde çıkardı ki hiçbir şey bilmiyordunuz.
Öyle iken size kulaklar, gözler, kalpler verdi ki şükredesiniz. [67,23-24]
79 – Gökyüzünün genişliğinde Allah’ın emrine râm olarak uçan kuşları görmezler mi?
Bunları orada Allah’tan başkası tutmuyor.
Elbette bunda iman edecek kimseler için çok deliller vardır. [67,19]
80 – Allah evlerinizi sizin için bir huzur ocağı yaptı.
Davarların derilerinden de, gerek göçtüğünüz, gerek konakladığınız günlerde
sizin için taşınması kolay evler (çadırlar, portatif evler) nasib etti.
O davarların yünlerinden, tüylerinden veya kıllarından bir süreye kadar faydalanacağınız
giyilecek, döşenecek ve kullanılacak eşyalar yapma imkânı verdi.
81 – Allah yarattığı şeylerin bir kısmında size gölgelikler, dağlarda da sizin için barınaklar yaptı.
Sizi sıcaktan ve soğuktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar var etti.
Böylece Allah üzerinizdeki nimetlerini tamamlar ki O’na itaat edesiniz.
82 – Eğer bunca nimetlere rağmen yüz çevirirlerse sen sorumlu değilsin.
Çünkü senin açık tebliğden başka bir görevin yoktur.
83 – Müşrikler Allah’ın nimetini bilmekle beraber, bunları kendilerine veren Allah’tan başkasına ibadet etmekle bu nimetleri inkâr ederler.
Onların çoğu işte böyle nankördürler!
84 – Gün gelecek, o gün her ümmetten birer şahit getireceğiz.
Artık ne o kâfirlere konuşmaları için izin verilecek, ne de özür dileme imkânı bırakılacak. [77,35-36]
Şahit, o ümmetin peygamberi veya onun tebligatını güncelleştiren peygamber vârislerinden biridir.
85 – O zalimler cehennem azabını görünce yalvarıp yakarırlar.
Fakat ne azapları hafifletilir, ne de kendilerine mühlet verilir. [25,12-14; 18,53; 21, 39-40]
86 – Müşrikler orada şeriklerini görünce:
“Yüce Rabbimiz! Ha işte Senden başka yalvardığımız, Sana ortak saydığımız putlarımız.
Onlar yok mu onlar, işte onlar bizi şaşırttılar!” der,
onlarsa bunların suratlarına şu sözü çarparlar: “Yalancının tekisiniz siz!” [46,5-6; 19, 81-82; 29,25; 18,52]
87 – Ve o gün zalimler Allah’ın hükmüne teslim olur,
uydurdukları tanrılar da kendilerini bırakıp ortalıkta görünmez olurlar. [32,12; 20,111]
88 – Onlar ki kendileri kâfir oldukları gibi başkalarını da Allah yolundan çevirirler…
İşte başka insanları da ifsad ettikleri için, onların cezalarını kat kat artırırız.
89 – Gün gelecek, her ümmetten kendilerine birer şahit getireceğiz.
Seni de ümmetin üzerine bir şahit olarak getirip dinleyeceğiz.
Ey Resulüm! İşte sana bu kutlu kitabı indirdik ki her şeyi açıklasın, doğru yolu göstersin,
Allah’a itaat edecek olanlara, rahmetin ve müjdenin ta kendisi olsun. [7,6; 5,109; 4,41]
Kur’ân-ı Kerim hidâyet ve dalâletin, âhiretteki kurtuluş veya azabın sebeplerini bildirmiş, dinin hükümlerini ayrıntılı veya mücmel olarak ihtiva etmiştir. Mücmel (çok özlü) hükümleri ise, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti açıklamıştır.
90 – Allah adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder.
Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir. [16,126; 5,8; 17,26; 7,33]
Bu âyet, iyiliğin ve fenalığın çeşitli derecelerini göstererek sağlıklı bir toplumun başlıca dayanaklarını zihinlere yerleştirmektedir. Dolayısıyla cuma namazında hutbenin sonunda okunup bu esasların hatırlatılması pek isabetlidir.
91 – Bir de sözleşme yaptığınızda Allah’ın huzurunda verdiğiniz sözü yerine getirin!
Allah’ı kefil ederek bağlandığınız yeminleri te’kid ettikten sonra bozmayın!
Hiç şüphe yok ki Allah yaptığınız her şeyi bilir. [2,224; 5,89]
92 – Bir topluluk, diğer bir topluluktan sayıca, nüfuzca veya malca daha çok olduğu için, yeminlerinizi aranızda bir aldatma ve işi bozma sebebi kılıp da
ipliğini sağlamca büküp eğirdikten sonra çözen, böylece bütün emeğini boşa çıkaran ahmak kadının durumuna düşmeyin!
Gerçekten Allah sizi bununla (sözünüzü yerine getirmekle veya nüfuz ve servet çokluğu ile) imtihan eder.
Kıyamet günü de hakkında ihtilafa düşmüş olduğunuz şeyleri size açıklayacaktır.
Birinci cümleden maksat şudur: “Siz, servetinizin ve nufusunuzun çokluğuna dayanarak, imkânları az olan bir topluluğa haksızlık etmeyin. Bilakis onlarla yaptığınız sözleşmelere riayet edin!”
Tabiîn müfessirlerinden Mücahid der ki: Cahiliye Arapları bazı insanlarla sözleşme yapıyorlar, sonra onlardan daha zengin ve daha nufuzlu birini bulunca önceki sözleşmelerini bozup bunlarla anlaşma yapıyorlardı. Bu ayet, bu kabil işleri yasaklamaktadır.
93 – Allah dileseydi sizin hepinizi bir tek ümmet yapardı.
Lâkin O, dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir.
Şu kesin ki sizler bütün yaptıklarınızdan sorguya çekileceksiniz. [10,99; 11,118-119]
Diğer dinleri yok etmeyi mübah saymak yanlıştır. Zira aksi halde Allah, insanlara seçme hürriyeti vermez, hepsini mümin ve itaatli yaratırdı. Allah kullarını imtihan etmektedir.
94 – Yeminlerinizi aranızda bir aldatma ve fesat aleti yapmayın ki sonra ayağınız sapasağlam bastıktan sonra kayabilir, insanları Allah yolundan alıkoymanız sebebiyle kötülüğün cezasını tadarsınız, âhirette de size pek büyük bir azap olur.
95 – Allah’a verdiğiniz sözü değersiz bir menfaat karşılığında satmayın!
Zira âhirette Allah nezdinde olan nimet, eğer bilirseniz, sizin için elbette daha hayırlıdır.
96 – Sizin elinizdekiler tükenir, ama Allah’ın elinde olanlar bakidir.
Biz sabredenleri, işledikleri en güzel işleri esas alarak ödüllendirecek, kötülüklerini bağışlayacağız.
97 – Erkek olsun kadın olsun, kim mümin olarak yararlı işler yaparsa, elbette ona güzel bir hayat yaşatacak ve onları işledikleri en güzel işleri esas alarak ödüllendirecek, kötülüklerini bağışlayacağız.
98 – İmdi, Kur’ân okuyacağın zaman, o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!
Kur’ân okumaya başlarken şeytandan Allah’a sığınmak yetmeyip tilavet boyunca da onun vesveselerinden sığınıp korunmaya çalışmak gerekir. Şeytanın, insanı Kur’ân hidâyetinden alıkoymak için çalıştığını unutmamalıdır.
99 – Aslında iman edip Rab’lerine güvenen ve dayananlar üzerinde onun bir nüfuzu yoktur.
100 – Onun nüfuzu, ancak onu dost edinenler ve onu Allah’a, ortak sayanlar üzerindedir.
101 – Biz bir âyetin yerine onun hükmünü neshedecek başka bir âyet getirdiğimiz zaman
-ki Allah göndereceği âyetleri pek iyi bilmektedir-
onlar: “Sen iftiracının tekisin!” dediler.
Hayır, hiç de öyle değil! Onların çoğu işin gerçeğini bilmiyorlar.
Bu âyeti nesih delili sayanlar vardır. Fakat bazı alimler neshin Mekke döneminde sözkonusu olmadığını söyleyerek âyeti şöyle anlarlar: Kur’ân aynı konuyu farklı yerlerde yeniden ele alır, yeni ayrıntılar ekler. Yahut aynı konuyu değişik yerlerde farklı örneklerle açıklar. Yahut vahyi safha safha gönderir. İnsanlara açıklamak için değişik üsluplar, yollar ve metodlar izler.
102 – Söyle onlara: “İman edenlere tam bir sebat vermek
ve Allah’a teslimiyet gösterecek Müslümanlara bir hidâyet ve müjde olmak üzere Kur’ân’ı,
Rabbin tarafından gerçek olarak getiren, Ruhu’l-kudüstür.
103 – Biz onların, Peygamber hakkında: “Mutlaka ona öğreten bir insan vardır!” dediklerini pek iyi biliyoruz.
Hakikatten uzaklaşarak tahminle kendisine yöneldikleri şahsın dili, yabancı bir dildir, halbuki bu Kur’ân, açık bir Arapça ifadedir.
104 – Allah’ın âyetlerine iman etmeyenler var ya (onlar inkârı tercih ettikleri müddetçe)
Allah onları hidâyete erdirmez.
-Onlara gayet acı bir azap vardır.
105 – Allah’ın âyetlerine iman etmeyenlerdir ki uydurdukları yalanı Allah’a mal ederler!
İşte onlar yalancıların ta kendileridir.
106 – Kalbi imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye mecbur bırakılıp da yalnız dilleriyle inkâr sözünü söyleyenler hariç, kim imanından sonra Allah’ı inkâr ederek gönlünü inkâra açar, göğsüne küfrü yerleştirirse, onlara Allah tarafından bir gazap, hem de müthiş bir azap vardır.
Kureyş, Yasir ile ailesini dinden dönmeye zorladılar. Kabul etmeyince Yasir ile Sümeyye’yi develerle parçalattılar. Babası ile annesinin bu durumunu gören Ammar (r.a.) dili ile onların istedikleri sözü söyledi. Peygamberimiz (a.s.) onun ruhsatı (izni) kullandığını bildirdi. Âyet bu ruhsatı beyan buyurmak üzere indirilmiştir.
107 – Çünkü onlar dünya hayatını âhirete üstün tutmuşlar, âhiretlerini dünyalarına feda etmişlerdir ve çünkü onlar inkârı tercih ettikleri müddetçe Allah kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez.
108 – Bunlar o kimselerdir ki Allah onların kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir.
İşte hakkı göremeyen gafiller onlardır.
109 – Hiç şüphe yok ki âhirette de hüsrana uğrayanlar onlar olacaktır.
110 – Bundan sonra şunu bil ki: Şüphesiz ki senin Rabbin,
mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya uğradıktan sonra
mücahede edip sabreden, ardından da hicret edenlerle beraberdir.
Evet Rabbin, onların bütün bu güzel hareketlerine karşılık
elbette onları bağışlayıp ihsanda bulunacaktır. Çünkü O gafurdur, rahîmdir.
Burada öncelikle Habeşistana hicret eden müminlere işaret edilmektedir.
111 – Gün gelecek, herkes sadece kendisini kurtarmaya bakacak, gözü başkasını görmeyecek, her şahsa, yaptıklarının karşılığı tamı tamına ödenecek, kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir.
112 – Allah şöyle bir temsil getirir:
Bir şehir halkı vardı: Güvenlik ve huzur içinde idi, rızıkları her yandan bol bol, rahatça geliyordu.
Derken Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler,
Allah da halkının işlediği suçlar sebebiyle o şehre açlığı ve korkuyu tattırdı, (açlık ve korku elbise gibi kaplayıverdi bütün vücutlarını).
113 – Onlara, içlerinden bir peygamber geldi, onlar onu yalancı saydılar.
Derken onlar zulümlerine devam ederken, çok geçmeden azap kendilerini kıskıvrak yakaladı. [28,58-59; 14,28-29; 3,164; 2,151]
114 – Onun için siz Allah’ın size verdiği rızıklardan helâl ve hoş olarak yiyin!
Yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız O’nun nimetlerine şükredin!
115 – Allah size sadece leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kıldı.
Ama kim çaresiz kalırsa zaruret miktarını aşmayarak
ve başkasının hakkına da tecavüz etmeyerek,
haram kılınan şeyden yerse bunda günah yoktur.
Şüphesiz Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
116 – Kendi dillerinizin yalan yanlış nitelendirmesiyle uydurduğunuz yalanı Allah’a mal ederek “bu helâldir, şu haramdır” demeyin!
Çünkü Allah adına yalan söyleyenler asla iflah olmazlar.
117 – Onların bütün bulacakları, dünyanın azıcık bir zevkidir.
Onlara gayet acı bir azap vardır. [31,24; 10,70]
118 – Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık.
Bununla Biz onlara zulmetmedik.
Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. [4,160; 6,146; 6,119]
Daha önce indirilen, 6,146. âyetine işaret ediliyor.
119 – Bundan sonra şunu bil ki: Rabbin, cahillik sebebiyle fenalık yapan,
peşinden tövbe edip halini ve işini düzeltenleri bağışlar.
Rabbin, onların bu hallerinden sonra elbette gafur ve rahîm olduğunu gösterir.
120 – Gerçekten İbrâhim, hak dine yönelen,
Allah’a itaat üzere bulunan tek başına bir ümmet,
bütün hayırlı halleri kendinde toplayan bir önder idi.
O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.
Yaşadığı dönemde dünyada tevhid sancağını taşıyan tek Müslüman idi. Normalde bir ümmet tarafından yürütülen bir görevi yaptığı için, bir ümmet sayılırdı.
121 – Allah’ın nimetlerine şükreden bir zat idi. Çünkü Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti. [4,125; 21,51; 53,37]
122 – Biz ona dünyada iyilik verdik. Elbette o, âhirette de salihlerden olacaktır.
123 – Sonra da sana vahyettik ki: Doğru yola yönelerek İbrâhim’in dinine tâbi ol; zira o müşriklerden değildi.
124 – Sebt (cumartesi) tatili, ancak onda ihtilaf edenlere farz edilmişti.
Rabbin kıyamet günü ihtilaf ettikleri hususlarda onlar hakkında elbette hükmünü verecektir.
(Krş. Tevrat, Çk 20,8-11; 23,12-13; Sy 15,32-36) Aslında kendilerinin cuma gününü ibadete tahsis etmeleri istenmiş, muhalefet etmeleri üzerine, sıkı bir tatille cumartesi gününe riayet hükmü getirilmişti.
125 – Sen insanları Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle dâvet et, gerektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et!
Rabbin, elbette, yolundan sapanları en iyi bildiği gibi kimlerin doğru yola geleceğini de pek iyi bilir. [29,46; 20,44]
Bu âyet, İslâm tebliğinin esas metodunu tesbit etmektedir. İnsanlar başlıca üç kısımdır. Birinci kısım: aklını kullanmasını bilenler olup bunlara gerçeği anlatmak hikmetle, delilleri bildirmekle olur. İkinci kısım: daha geniş kitle olup bunlar akli delillerden çok, selim fıtratlarını koruyan, fayda ve zararını düşünen kimselerdir. Bu gruba güzel öğüt vererek, hakka uymakla sağlayacakları faydaları, uymamakla mâruz kalacakları zararları anlatmak gerekir.
Bu ikisinden anlamayıp muhalif olan kâfirlere de, şartlara göre tartışmanın en verimli şekli ile gerçeği anlatıp savunmak gerekir. Unutmamalı ki Allah Firavun’a gönderdiği Hz. Mûsa ile Hz. Harun’a da: “Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitab edin. Olur ki aklını başına alır, yahut hiç değilse biraz çekinir” (20,44) talimatını vermişti.
126 – Ceza verecek olursanız, size yapılan muamelenin misliyle cezalandırın!
Ama eğer bu hususta sabrederseniz, bilin ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır. [5,45; 42, 40]
127 – Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir.
Kâfirlerin yüz çevirmelerinden mahzun olma, yaptıkları hilelerden dolayı da telaş edip darlanma! [9,40]
128 – Çünkü Allah, Kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve hep güzel davrananlarla beraberdir.