60 âyet olup Mekke’de nâzil olmuştur. Sûrenin, Bizans’ın İranlılara yenildiği 615 yılında nâzil olduğu anlaşılıyor.
Burada Rûmların mağlub edilip daha sonra zafer kazanacakları bildirildikten sonra, âhiret hayatının zarurî ve mâkul olduğuna dair deliller getirilir. Daha sonra şirk iptal, tevhid tesis edilir. Ölmüş, kurumuş arzı dirilten Allah’ın, dilediği takdirde dalâletteki insanlığı da kurtarıp diriltebileceğine işaret edilir.
Sûrenin son kısmında, hakkı kabul etmemekte ısrar eden kâfirler, görmeme bakımından körlere benzetilir. Sonunda kaybedenlerin onlar olacağı, Hz. Peygamber (a.s.)’ın ve müminlerin sabır ve sebat göstermeleri neticesinde muzaffer olacakları müjdelenir. Böylece sûrenin başlangıcı ile sonu güzel bir uyum ortaya koyar.
Bismillahirrahmanirrahim.
1 – Elif, Lâm, Mîm.
2-3 – Rumlar yakın bir yerde mağlub oldular.
Ama bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler.
Edna’l-ard: “Arap diyarının Rumlara en yakın yerinde” demektir. Zira Araplar arasında malum olan “arz” bundan ibarettir. Bu en yakın yer ise Şam bölgesidir. Yahut “Rûm ülkesinin Araplara en yakın yeri” demektir.
Bi’setin 5. yılında Mekke müşriklerinin Müminlere tazyikleri artmıştı. Müslümanlar Habeşistan’a hicrete yönelmişlerdi. Sasaniler de Bizans’ı çok müthiş bir şekilde mağlup etmiş Ürdün, Filistin, Mısır, hatta Anadolu’yu onlardan alarak İstanbul boğazına Kadıköy’e dayanmışlardı.
Gerek Müslümanların, gerek Rûmların üç-beş sene gibi bir zamanda düşmanlarını yenecekleri, hiç kimsenin hayal edemeyeceği bir şeydi. Böyle iken 2-5. âyetler iki gaybî müjde verdi: Rûmların galip geleceği sırada Müslümanların da zafer kazanacakları müjdelendi. Herakliyus 624’de Azerbaycan’a kadar ilerledi-ğinde, Müslümanlar da Bedir zaferini kazanmalarından az sonra 627’de en büyük darbeyi vurup nihaî zaferi kazanırken, Müslümanlar Hudeybiye zaferini gerçekleştirdiler.
4-5 – Birkaç yıl içinde. Çünkü işleri karara bağlama yetkisi, başında da sonunda da Allah’a aittir.
O gün, müminler de, Allah’ın verdiği zafer sayesinde sevinecekler.
Allah dilediğini muzaffer kılar. Zira O, azîzdir, rahîmdir (mutlak galiptir, sınırsız merhamet ve ihsan sahibidir). [5,82 – 83]
6 – Bu, Allah’ın vâdidir. Allah verdiği sözden caymaz, fakat insanların ekserisi bunu bilmezler.
7 – Bildikleri, sadece dünya hayatının dış görünüşüdür; ama âhiretten habersiz, gafildirler.
8 – Onlar azıcık olsun kendi başlarına kalıp düşünmediler mi ki:
Allah gökleri, yeri ve ikisinin arasında olan bütün varlıkları gerçek bir gaye ile, belirli bir vâdeye kadar yaratmıştır.
Ama insanların birçoğu, Rab’lerinin huzuruna çıkacaklarını inkâr ediyorlar.
Bu âyet onları kendi vicdanlarında bir muhasebeye davet etmekte ve vicdanlarından hareketle dış âlem hakkında birtakım gerçeklere ulaşmalarını istemektedir.
9 – Onlar dünyayı hiç dolaşmıyorlar mı ki,
kendilerinden önce yaşayanların âkıbetlerinin nasıl olduğunu görsünler?
Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler.
Toprağı altüst etmiş, sular, maden, ekin gibi nimetlerden yararlanmış ve şimdikilerin yeri imar edişlerinden daha fazlasıyla imar etmişler, resulleri de kendilerine aşikâr, parlak deliller getirmişlerdi.
Ama hakikati reddettiler ve sonuçta yok olup gittiler.
Allah onlara asla zulmetmedi,
lâkin onlar kendi öz canlarına zulmettiler.
10 – Sonra, o fenalık yapanların âkıbetleri, en fena bir âkıbet oldu.
Çünkü Allah’ın âyetlerini yalan saydılar.
Bir taraftan da onlarla eğleniyorlardı. [6,110, 61,5; 5,49]
11 – Allah, kâinatı yaratmaya ilkin başlayan,
sonra onu tekrar yapan, öldürdükten sonra diriltendir.
İşin sonunda da hesap vermek üzere O’nun huzuruna götürüleceksiniz.
12 – Kıyamet koptuğu gün, o suçlu kâfirler ümitlerini tamamen kesip susarlar.
13 – Ortaklarından kendilerine bir tek şefaatçi dahi bulunmaz, zaten onlar ortaklarını da rededeceklerdir.
14 – Kıyamet saati gelip çattığında,
işte o gün, müminlerle kâfirler birbirlerinden ayrılırlar.
Müminler cenneti, kâfirler ise cehennemi dolduracaklardır.
15 – İman edip yararlı işler yapanlar cennet bahçelerinde ağırlanarak neşelenirler.
16 – İnkâr ederek âyetlerimizi ve öldükten sonra dirilmeyi,
Allah’ın huzuruna çıkmayı yalan sayanlar ise, azaba atılırlar.
17 – Haydi siz akşama girerken, sabaha çıkarken
Allah’ı takdis ve tenzih edin, namaz kılın! [11,114; 20,130]
18 – Göklerde ve yerde hamd, güzel övgü O’na mahsustur.
İkindi vaktinde de, öğleye girerken de,
O’nu takdis ve tenzih edin, namaz kılın! [91,3-4; 92,1-2; 93,1-2]
19 – O, ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarır ve ölmüş toprağa hayat verir.
İşte siz de öldükten sonra böylece diriltileceksiniz. [36,33-34; 22,5-7; 7,57]
20 – O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri:
Sizi topraktan yaratmış olmasıdır.
Sonra dünyaya yayılmış beşeriyet haline geldiniz.
21 – O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de:
Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması,
birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir.
Elbette bunda, düşünen kimseler için ibretler vardır. [7,179]
22 – O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır.
Elbette bunda bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır. [4,1; 29,43; 49,13; 78,8]
23 – O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de:
Geceleyin veya gündüzün uyumanız ve O’nun geniş lütfundan geçim vesileleri aramanızdır.
Elbette bunda işiten kimseler için ibretler vardır.
24 – O’nun delillerinden biri de:
Gâh korku, gâh ümit vermek için size şimşeği göstermesi, gökten bir su indirip ölmüş toprağa onun sayesinde hayat vermesidir.
Elbette bunda aklını çalıştıran kimseler için ibretler vardır.
25 – O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de göğün ve yerin, Kendisinin buyruğu ile kaim olmaları,
belirlenen yerde sapasağlam bulunmalarıdır.
Sonra sizi yattığınız yerden bir çağırdı mı, birden kabirlerinizden çıkıverirsiniz! [35,41; 22,65; 17,52; 79,13-14; 36,53]
26 – Göklerde ve yerde kim varsa O’nundur.
Onların hepsi, O’na boyun eğerler.
27 – Mahlûkları ilkin yoktan yaratan, ölümden sonra da dirilten O’dur.
Bu diriltme O’na göre pek kolaydır.
Göklerde ve yerde yücelikte örnek olan sıfatlar O’nundur.
Gerçekten O azîz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [16,60]
28 – Bakın, Allah size kendi hayatınızdan bir temsil getiriyor:
Hiç, elinizin altındaki köle ve hizmetçilerden, size nasib ettiğimiz servette, onların payları da sizinki ile eşit olacak derecede,
kendinize ortak yaptığınız, kendinize itibar ettiğiniz kadar onlara da itibar edip saydığınız
ortaklarınız var mıdır?
İşte Biz aklını kullanan kimseler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.
29 – Fakat zalimler bir bilgiye dayanmaksızın, körü körüne heva ve heveslerine tâbi oldular.
Allah’ın şaşırttığını artık kim doğru yola getirebilir? Onlar hiç bir yardımcı da bulamazlar.
30 – O halde sen, batıl dinlerden uzaklaşarak yüzünü ve özünü, hak din olan İslâm’a yönelt.
Yani Allah’ın insanları yaratmasında esas kıldığı o fıtrata uygun hareket et!
Allah’ın bu hilkatini kimse değiştiremez. İşte dosdoğru din budur.
Fakat insanların ekserisi bunu bilmezler. [17,172; 12,103; 6,116]
31-32 – Başka her şeyden geçerek O’na tam gönül verin,
O’na karşı gelmekten sakının, namazı hakkıyla ifa edin!
Ve asla dinlerini parça parça edip
kendileri de öbek öbek olan o müşriklerden olmayın!
Öyle ki her hizip, kendi yanındakiyle böbürlenmektedir [6,159].
33-34 – İnsanlar bir derde düşünce, başka her şeyi unutarak
yalnız Rab’lerine gönülden yalvarırlar;
Sonra Allah onlara nezdinden bir rahmet ve bolluk tattırınca,
bir de bakarsın ki onlardan bir kısmı Rab’lerine ortak koşuyor
ve böylece Allah’ın nimetlerine nankörlük ediyorlar.
De ki: “Bir süre eğlenin bakalım, yakında öğrenirsiniz!”
35 – Yoksa Biz onlara bir ferman indirmişiz de,
o ferman mı Allah’a şirk koşmalarını bildiriyor?
36 – İnsanlara bir nimet, bir bolluk tattırdığımızda onunla sevinip şımarırlar.
Şayet kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir fenalık gelirse, hemen ümitsizliğe düşerler. [2,95; 4,78-79; 11,10]
37 – Görüp anlamıyorlar mı ki Allah dilediği kimsenin nasibini bol bol verir, dilediğinin nasibini kısar.
Elbette bunda iman edecek kimseler için alınacak ibretler vardır.
38 – O halde yakınlarına, yoksula ve yolcuya hakkını ver!
Allah’ın rızasına nail olmak isteyenler için böyle yapmak daha hayırlıdır. Felaha erenler de işte onlardır.
39 – (Şunu unutmayın:) Başkalarının mallarıyla artış sağlasın diye faize verdiğiniz para, zahiren fazlalaşsa da Allah’ın nezdinde artmaz.
Ama Allah’ın rızasını arzulayarak verdiğiniz zekâtlar,
O’nun nezdinde bereketlenir.
İşte böyle yapanlar ödüllerini kat kat artırırlar.
40 – Allah O yüce Rabdir ki sizi yaratır, sonra rızıklandırır, sonra tayin ettiği vâde geldiğinde sizi öldürür, sonra da diriltir.
Düşünün bakalım: Sizin, ibadette Allah’a ortak yaptığınız putlar içinde bunlardan herhangi bir şeyi yapabilen var mı?
Allah onların iddia ettikleri ortaklardan münezzehtir, yücedir.
41 – Allah’ın buyruklarını umursamayan şu insanların
kendi tercihleri ile yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde (bütün dünyada) bozukluk ortaya çıktı, nizam bozuldu.
Doğru yola ve isabetli tutuma dönme fırsatı vermek için,
Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır. [7,168] [21,35; 2,155]
42 – De ki: “Dünyayı gezin de daha önce geçmiş toplumların âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakıp anlayın!
Onların da ekserisi müşrik idiler.”
43 – Öyleyse Allah tarafından, o geri çevirilmesi mümkün olmayan gün gelmeden önce,
sen yüzünü, özünü dürüst bir şekilde dosdoğru dine yönelt!
O gün insanlar zümre zümre ayrılacaklardır.
44 – Kim inkâr ederse inkârının zararı kendisinedir.
Kimler de yararlı işler yaparlarsa, onlar da kendileri lehine iyi bir hazırlık yapmış olurlar.
45 – Zira Allah iman edip yararlı iş yapanları lütfu ile ödüllendirecektir.
O, kâfirleri asla sevmez.
46 – O’nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de:
Size rahmet eserlerini tattırması, emri ile gemilerin akıp gitmesi ve O’nun lütfundan nasip aramanız ve şükretmeniz için, rüzgârları müjdeci olarak göndermesidir.
47 – Ey Resulüm! Biz senden önceki ümmetlere de resuller gönderdik.
O peygamberler ümmetlerine parlak deliller getirdiler, ama çoğu iman etmedi.
Biz de o suçlulardan intikam aldık.
Çünkü müminleri desteklemek, Bize düşen bir borç idi. [10,103; 6,12; 3,4; 5,95;14,47]
Mûcizeler, bu parlak delillerin bir kısmıdır. Allah’ın kâfirlerden intikam alması ise, onları cezalandırarak o zalimlerden, müminlerin intikamını alması demektir.
48 – Allah o azamet sahibidir ki rüzgârları gönderir, rüzgârlar bulutları kaldırır.
Sonra o bulutları gökte dilediği gibi yayar ve parça parça dağıtır.
Bir de bakarsın ki aralarından yağmur akıp duruyor!
Derken onu kullarından dilediklerine ulaştırınca, derhal yüzleri gülüverir. [7,57]
49 – Halbuki onlar, daha önce Allah’ın üzerlerine yağmur indireceğinden tamamen ümitsiz idiler.
50 – İşte bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine!
Ölmüş toprağa nasıl hayat veriyor!
İşte bunları yapan kim ise, ölüleri de O diriltecektir.
O, her şeye hakkıyla kadirdir.
51 – Eğer Biz onlara sıcak, kavurucu bir rüzgâr göndersek, onlar da o yeşillikleri sararmış, kavrulmuş görseler, ondan sonra nankörlük etmeye koyulurlar. [56,63-67]
Daha önce Allah’ın kendilerine ihsan ettiği sayısız nimetleri unuturlar. Menfaatlerinin zedelendiğini görünce hemen o yüce Yaratıcıyı itham etmeye kalkışırlar.
52 – Şunu bil ki: Sen ne ölülere sesini duyurabilirsin, ne de arkasını dönüp uzaklaşan sağırlara bu dâveti işittirebilirsin! [63,36; 67,10]
53 – Sen, körleri de şaşkınlıktan, yanlış yola girmekten kurtaramazsın!
Sen ancak, âyetlerimize iman etmeye yatkın kimselere çağrını duyurabilirsin. Çünkü onlar hakka teslim olurlar.
54 – Allah o kadirdir ki sizi bir zaaftan yaratmakta, sonra zaafın ardından bir kuvvet yaratmakta, müteakiben kuvvetten sonra bir zaaf ve ihtiyarlık yapmaktadır.
O dilediğini yaratır. Her şeyi bilen, her şeye kadir olan, yalnız O’dur.
55 – Kıyamet (duruşma) saati gelip çattığında suçlu kâfirler yemin ederek dünyada sadece bir saat kaldıklarını ileri sürerler.
Onlar (dünyada iken de doğruluktan) işte böyle döndürülüyorlardı.
Duruşma için kabirden kalkıp mahşere sevk edilen kâfirler, dünyada veya kabirde ancak bir saat kadar kaldıklarını söylerler. Burada şu ihtimaller vardır: 1- Yalan söylemeleri 2- Dünya hayatının süresini unutmuş olmaları 3- Kendilerine yeterli ömür süresi verilmediği iddiasıyla mazeret kapısı aralamaya girişmeleri.
56 – Kendilerine ilim ve iman nasib edilenler ise derler ki:
“Siz Allah’ın kitabınca ba’s (dirilme) gününe kadar durdunuz.
İşte bugün dirilme günüdür, fakat siz bunu bilmiyordunuz.”
57 – O gün zalimlere, mazeretleri fayda vermeyeceği gibi, onlardan özür dilemeleri de istenilmez.
Dünyaya gönderilip tarziye verme (Allah’ı razı etme), imanlı bir hayat sürme fırsatı tanınmaz.
58 – Biz gerçekten bu Kur’ân’da insanlar için nice meseller getirdik.
Eğer sen onlara mûcize de göstersen, o kâfirler: “Siz ancak, batıl iddialar peşindesiniz” derler. [10,96-97; 6,111; 15,14-15]
59 – İşte Allah, ilim peşinde olmayan, gerçeği aramayanların kalplerini böyle mühürler.
60 – O halde sabret!
Çünkü Allah’ın vâdi kesindir.
Sakın ona inanmayanlar, seni dayanıksız bulmasın ve seni gevşekliğe düşürmesinler.