Medine’de nâzil olmuştur. 38 âyettir. Sûrenin adı 2. âyetinden gelmektedir. Bu sûre, İslâm’a düşmanlık eden kâfirlere karşı cihad, savaş, esirler, ganimet, müminlerin âhiretteki mükâfatları ile kâfirlerin oradaki cezaları ile münâfıkların davranışlarını söz konusu etmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – İnkâr edip insanları Allah’ın yolundan engelleyenlerin bütün yaptıklarını Allah boşa çıkaracaktır. [25,23]
Allah yolundan çevirmenin çeşitli şekilleri vardır. a- İman etmekten zorla menetmek, b-Müminlere baskı uygulayarak dini anlatmalarını ve dinlerini yaşamalarını engellemek, c- Din ve dindarlar aleyhinde propaganda yaparak onlara karşı güvensizlik telkin etmek, d- Kâfirlerin, çocuklarını küfür üzere yetiştirmek sûretiyle Allah’ın dininden uzak tutmaları.
2 – İman edip yararlı işler yapanlar ve Rab’leri tarafından gerçeğin ta kendisi olarak Muhammed’e indirilen vahye iman edenlerin ise günahlarını örtüp, hallerini düzeltir.
Gerçi “İman etme” vasfından sonra ayrıca “Muhammed’e indirilene iman edenler” demeye ihtiyaç yoktur. Zira iman, onun tebliğ ettiği şeylere inanmayı zaten kapsamaktadır. Bundan maksat şunu vurgulamaktır: Hz. Muhammed (a.s.)’ın risaletinden sonra, herhangi bir kimsenin, onun getirdiği dinin hükümlerine iman etmeden inançları geçerli değildir. Onun peygamberliğine ve getirdiklerine inanmak şarttır.
3 – Bu böyledir. Çünkü kâfirler batıla uydular. İman edenler ise Rab’leri tarafından gönderilen hakka uydular. İşte Allah insanlara kendi durumlarını böylece beyan eder.
Allah iki tarafın da durumlarını açıkça ortaya koyuyor. Bir taraf batıl üzerinde ısrar ettiğinden işleri geçersiz kılınmıştır. Öbür taraf ise hak yolda sebat ettiğinden, Allah onları kötülüklerden arındırmış, hayat şartlarını düzeltmiştir.
4 – İmdi kâfirlerle savaşta karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun. Nihayet onları iyice mağlub edince, işi sağlama bağlayın, onları esir alın. Savaş bitince onları ister lütuf olarak karşılıksız salıverir, ister fidye alarak bırakırsınız.
Durum şu ki: Allah dileseydi, onlardan intikamınızı alır, onları cezalandırırdı. Fakat O, sizi birbirinizle denemek için savaşı emrediyor.
Allah yolunda öldürülenler var ya, Allah onların yaptıklarını asla zayi etmeyecek, boşa çıkarmayacaktır. [8,67-68; 3,142; 9,14-15]
5 – Allah onları doğru yola iletir ve onların hallerini düzeltir. [10,9]
6 – Onları, kendilerine tanıtmış olduğu cennetine alır.
7 – Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) destek olursanız,
O da size yardım eder ve savaşta ayaklarınızı kaydırmaz.
8 – O inkârcılara gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah onların yaptıklarını boşa çıkarır.
9 – Bu böyledir, zira onlar Allah’ın indirdiği buyruklarını beğenmediler.
Allah da onların bütün işlerini boşa çıkardı.
10 – Peki onlar dünyada hiç dolaşmadılar mı ki, daha önce yaşamış nesillerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna baksınlar: Allah onları yerle bir etti.
Benzeri iş yapan kâfirleri de, benzeri âkıbetler beklemektedir.
11 – Bu böyledir, çünkü iman edenlerin yardımcısı Allah’tır, kâfirlerin ise mevlâları, dostları yoktur.
12 – Muhakkak ki Allah iman edip, yararlı işler yapanları, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir.
Kâfirler ise dünyada zevklerini yaşamak ister, hayvanlar gibi yerler. İşte onların barınağı ateştir.
Hayvanlar rızkın kim tarafından yaratıldığını, bu nimetler karşılığında kendisinden ne beklendiğini düşünmezler. Çünkü bunlar yükümlü değildirler.
13 – Nice şehirler vardı ki halkı, seni süren Mekke şehri’nin halkından daha kuvvetli idiler.
İşte Biz, onları imha ettik ve kendilerine yardım edecek kimse çıkmadı.
Müşrikler, Hz. Peygamberi hicrete mecbur etmekle rahata kavuştuklarını sanmışlardı. Oysa bu hareketleri ile kendilerinin felâketlerini hazırlamışlardı.
14 – Rabbi tarafından apaçık bir delile tâbi olan kimse hiç, yaptığı işler kendisine süslenen ve hevâ ve heveslerinin peşinden giden kimse gibi olur mu? [13,19; 59,20]
15 – Allah’a karşı gelmekten sakınanlara vâd edilen cennetin durumu ise şudur:
Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içerken lezzet veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır.
Onlara orada her türlü meyve ile bir de Rableri tarafından mağfiret vardır.
Bu nimetlere erişenler hiç, ateşte devamlı kalıp, kaynar sulardan içirilip bununla bağırsakları lime lime olan kimseler gibi olur mu? [55,52; 2,25; 56,20]
16 – Onlardan seni dinlemeye gelen de vardır.
Ama ne zaman ki senin yanından çıkarlar, o vakit sana kulak verip meseleleri öğrenenlere:
“Sahi, az önce o, neler söylüyordu?” diye sorarlar.
İşte Allah onların kalplerini mühürlemiş ve onlar da hevalarına uymuşlardır.
Bir kısım münafıklar, müminler arasında bulunduklarından Hz. Peygamber’e muhatap olup, onlarla beraber onun sözlerini dinliyorlardı. Fakat kalpleri onun mübarek dilinde ifadesini bulan gerçeklerden uzak olduğundan can kulağıyla dinlemiyorlar, dışarı çıkınca “Sahi! Demin ne demişti?” diye sorma ihtiyacını duyuyorlardı. Onların hâlet-i rûhiyelerini açığa çıkaran ne mükemmel bir ifade!
17 – Hidâyeti kabul edenlerin ise Allah hidâyette yakînlerini artırır ve kendilerine takva nasib eder.
Takvâ: din dilinde: Kişinin, âhirette kendisine zarar verecek şeylerden sakınmasıdır. Başta şirk ve küfürden, haram ve günahlardan, hatta tenzihen mekruh şeylerden sakınma, buna dahildir.
18 – Yoksa onlar, kıyametin kendilerine ansızın gelmesini mi gözlüyorlar?
Zaten alâmetleri geldi bile!
Ama kıyamet gelip çattıktan sonra, ibret almaları neye yarar ki! [53,56-57; 54,1; 16,1; 21,1; 89,23; 34,52]
Kur’ân’ın mûcizeli beyanı, Hz. Peygamberin tertemiz hayatı ve eğittiği ashabı ile sürdürdükleri yaşama tarzı ortada iken, hâlâ iman etmeyen kimsenin beklediği tek şey kıyamettir. Kıyametin başlıca alâmeti, âhir zaman Peygamberinin gelmesidir. Nitekim o, şehadet ve orta parmağını göstererek: “Benimle kıyametin durumu, bunların yakınlığı gibidir.” buyurmuştur. Maksat, kendisinden sonra kıyamete kadar başka bir peygamber gelmeyeceğini bildirmektir.
19 – O halde şu gerçeği hiç unutma ki:
Allah’tan başka ilah yoktur.
Sen hem kendi günahın , hem mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahı için Allah’tan af dile.
Allah, (dünyada) dönüp dolaştığınız yeri de, (âhirette) varıp duracağınız yeri de pek iyi bilir. [6,59-60; 11,6]
“Hz Peygamber (a.s.m.)’ın olmuş veya olması mümkün her türlü günahtan ötürü af dilemesi emr ediliyor. Bu istiğfarın cevabı müteakip Fetih suresinde gelecektir [48,2],
İslâm’ın insana kazandırdığı ahlâkî faziletlerden biri de şudur: Mümin, ibadet ve cihad görevini yerine getirecek, hizmete devam edecek, fakat asla yaptıklarını gözünde büyütmeyecek, “üzerime düşeni yaptım” diye durumunu yeterli görmeyecektir. Aksine: “Rabbimin benden istediklerini hakkıyla yerine getiremedim. Bilerek veya bilmeyerek hangi ihmallerim oldu?” diye bir şuur kontrolü, bir tevazu ve istiğfar halet-i ruhiyesi taşıyacaktır. Âyet Hz. Peygamber (a.s.)’a bile böyle buyurarak, aslında müminlere ders vermektedir. Bundan ötürüdür ki Hz. Peygamber: “Ben her gün Allah’tan yüz kere mağfiret dilerim” buyurmuştur.
20 – İman edenler: “Keşke savaş hakkında bir sûre indirilseydi?” diyorlar.
Fakat net ve kesin bir sûre indirilip de içinde savaşma emri zikredilince,
kalplerinde hastalık bulunanların,
ölüm sekeratına giren kimsenin bakışı gibi boş gözlerle sana baktıklarını görürsün.
Korktukları başlarına gelsin! [4,77]
21 – Onlara düşen: İtaat etmek ve tatlı söz söylemektir. İş ciddiye bindiğinde,
Allah’a verdikleri sözde dursalardı, kendileri için elbette daha hayırlı olurdu.
22 – Demek ki ey münafıklar! Siz işbaşına geçecek olursanız, ülkede fesat çıkaracak, nizamı bozacak, akrabalık bağlarını parçalayacaksınız! (Allah’a verdiği söze bile sadık kalmayan kimsenin, böylesi hakları gözetmesi de beklenemez).
23 – İşte bunlar, Allah’ın lânet edip kulaklarını sağırlaştırdığı, gözlerini kör ettiği kimselerdir.
24 – Öyle olmasaydı, Kur’ân’ı düşünmeleri gerekmez miydi? Yoksa kalplerinin üzerinde üst üste kilitler mi var?
25 – Kendilerine doğru yol iyice belli olduktan sonra, gerisin geri dinden çıkanlara muhakkak ki şeytan önce fit vermiş;
onları uzun emellere, düşürmüştür.
26 – Bu böyledir; Çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara:
“Biz, bazı hususlarda size itaat edeceğiz” demişlerdi.
Halbuki Allah onların gizledikleri şeyleri hep bilmektedir.
27 – Haydi dünyada birtakım hile ve dolaplar çeviriyorlar, peki melekler, onların yüzlerine, sırtlarına vura vura canlarını aldıkları zaman halleri ne olacak? [8,50; 6,93; 4,97; 40,46]
Bu âyet kabir azabına işaret etmektedir. Zira, burada bildirilen azap, kıyamet günü hesaptan sonra kâfirlerin görecekleri cezadan başka bir cezadır.
28 – Bu böyledir: Çünkü onlar Allah’ın gazabına sebeb olan şeylerin peşine düştüler, O’nu razı edecek şeyleri ise beğenmediler.
Bu yüzden Allah da onların bütün işlerini boşa çıkardı.
29 – Yoksa kalplerinde hastalık (nifak) bulunan münâfıklar Allah’ın, kalplerinde müminlere karşı duydukları kinleri açığa çıkarmayacağını mı zannediyorlar?
30 – Eğer dileseydik onları sana tek tek gösterirdik, sen de onları simalarından tanırdın.
Hatta sen onları ifadelerinden, ses tonlarından kesinlikle tanırsın.
Allah bütün işlerinizi bilir.
31 – Sizi mutlaka imtihan edeceğiz, ta ki içinizden mücahede edenleri, sabır ve sebat gösterenleri ortaya çıkaracak ve gösterdiğiniz yararlılıkları imtihan meydanlarında örnek göstereceğiz.
Allah’ın tanıması: İşlere karşılık verilmesine, ceza veya mükâfat verilmesine esas teşkil edecek şekilde, fiilî olarak tanıyıp bilmesi demektir. Yoksa ezelî ilmiyle Allah istikbali bilmektedir.
32 – Kendileri inkâr edip insanları Allah yolundan çevirenler
ve doğru yol kendilerine iyice belli olduktan sonra bile, Peygamberin karşısına çıkanlar,
Allah’a (yani Allah’ın Peygamberine, dinine) asla zarar veremezler.
Allah onların işlerini heder edecektir.
İşlerinin heder edilmesi iki türlüdür: 1.İyi iş bilerek işledikleri şeylerin karşılığını âhirette göremeyeceklerdir. 2.İslâmı engellemek için sarfettikleri gayretler sonuçsuz kalacaktır.
33 – Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin de emeklerinizi boşa çıkarmayın.
Küfür, şirk, nifak, ucüb, riya gibi hallerle emeklerinizi iptal ettirmeyin.
34 – Kendileri inkâr edip insanları da Allah yolundan çeviren, sonunda da kâfir olarak ölenler var ya,
Allah onları asla affetmeyecektir. [4,48]
35 – O halde gevşemeyin de, sizler daha üstün durumda iken, zillet gösterip barış olması için yalvarmayın.
Allah sizinle beraberdir. O, asla sizin gayretinizi kuvvetten düşürmez, emeklerinizi zayi etmez.
Âyet Müslümanların barış istemelerini menetmiyor. Maksat: Müslümanların zayıf, düşmanlarının kuvvetli olduğu anlamına gelen bir barışa yalvarmalarının doğru olmadığı fikrini vermektir.
Müslümanlar her şeyden önce kuvvetlerini ortaya koymalıdırlar. Bundan sonra barış görüşmeleri yapmalarında sakınca yoktur.
36 – Dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir.
Eğer siz iman eder ve haramlardan sakınırsanız, hem size mükâfatlarınızı verir, hem de mallarınızın tamamını istemez.
37 – Eğer onların hepsini isteyip de sizi iyice sıkıştırsaydı cimrilik eder, dayatırdınız. O zaman da, Allah, bütün ahlâkî zaaflarınızı ortaya çıkarırdı.
38 – İşte sizler Allah yolunda harcamaya dâvet ediliyorsunuz.
İçinizden bazıları cimrilik ediyor. Her kim cimri davranırsa, ancak kendine cimrilik eder.
Müstağnî (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan), Allah’tır; muhtaç olan ise sizlersiniz.
Şayet imandan ve takvâdan yüz çevirirseniz O, yerinize başka bir millet getirir de, onlar sizin gibi hayırsız olmazlar.