Mekke’de nâzil olmuştur. 60 âyettir. Adını ilk âyetinde geçen kelimeden almıştır. Bu sûre-i şerife kâinatta cereyan eden bazı muazzam işlere veya onlara müvekkel kılınan melaikeye dikkat çekip, kasem ederek başlar. Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Mekkelilerden birçoğunun dini yalanladıklarını, onların dünya ve âhiretteki âkıbetlerini, diğer taraftan müminlerin istikbalini, daha sonra Allah’ın kudret, hikmet ve birliğine dair bazı delilleri, bazı resullerin kısa kıssalarını ele alır, cin ve insin yaratılışının esas maksadının kulluk olduğunu bildirerek sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – O tozutup savuran (rüzgârlara)
2 – Yağmur yüklenen bulutlara,
3 – Kolayca akıp giden (yıldızlar, bulutlar vb.) şeylere,
4 – Emirleri, (rızıkları, yağmurları vb. şeyleri) taksim eden meleklere yemin ederim ki:
5 – Size vâd olunan diriliş elbette gerçektir.
6 – İşlerin karşılığı da mutlaka alınacaktır.
7-8 – Yollarla, yörüngelerle dolu gök hakkı için! Siz tam bir çelişki içindesiniz.
9 – Oysa bu dâvetten, ancak aklı çarpılmış olan kimse çevrilip vazgeçirilir.
Dünyadaki insanların farklı inançlarından bahsederken gök yüzünün çeşitli yollarına ve yörüngelerine yemin edilmesi, bir benzetme yapma gayesine de yönelik olabilir. Yani gökte yıldız kümeleri ve bulutlar nasıl farklı farklı ise, siz yerdeki insanlar da çeşit çeşit inançlara sahipsiniz. Demek ki insanlara gerçeği bildiren vahyin gelmesi mutlaka gereklidir.
En ufak zerreden en büyük güneşlere kadar her şeyin nizama bağlı olduğu bir kâinatta, insan gibi bir varlığın nizamsız kalması nasıl mümkün olabilir? Her şey birçok gayeye göre yaratılmışken insan gibi mükemmel varlığın gayesiz, başıboş kalması nasıl mümkün olabilir?
Burada şöyle bir incelik vardır: Âhireti inkâr edenler “çürüyüp, toz toprak olacağız, zerrelerimiz havada uçuşacak bundan sonra bedenimiz nasıl olur da birleşebilir?” diyorlardı. Oysa dünyadaki sular güneşin ısısıyla buharlaşarak zerreler halinde bir araya gelip sıkışmış bulutlar oluşturmakta sonra yeryüzüne damlalar halinde geri dönmektedirler. Her gün bunları gerçekleştiren ilahî kudretin insanların vücutlarının dağılmış zerrelerini hava, su ve toprağın içinden toplayıp bir araya getiremeyeceği iddia edilebilir mi? Toz zerreleri, su buharları ve yağmur bulutlarından bahseden ilk üç âyet, buna işaret eder gibidir.
10-12 – O kahrolası yalancılar sarhoşluk ve cehalet içinde ne yaptıklarını bilmeden atıp tutarlar. Bir de alay ederek: “Ne zaman o hesap günü?” diye sorarlar.
13 – O gün, onların ateşin üzerinde kıvrandırılacakları gündür!
14 – Onlara: “Tadın bakalım fitnenizi, tadın dünyada kaynattığınız fitne ateşinin neticesini! İşte gelmesini dört gözle beklediğiniz azap!” denilir.
15 – Ama müttakiler bahçelerde, pınar başlarındadırlar.
16 – Rab’lerinin kendilerine verdiği mükâfatları almaktadırlar. Çünkü onlar, daha önce dünyada iyi davranan kimselerdi.
17 – Geceleri az uyurlardı.
18 – Seher vakitleri istiğfar ederlerdi.
19 – Mallarında isteyenlerin ve yoksulların hakkını ayırırlardı.
20-22 – Kesin inanmak isteyenler için yeryüzünde birçok deliller vardır. Bizzat kendi varlıklarınızda da böyle deliller vardır. Hâlâ görmeyecek misiniz?
Gökte de hem rızkınız (rızkınızın vesileleri), hem de size vâd olunan cennet vardır.
23 – Göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki bu vaad, tıpkı sizin konuşmanızın sabit olduğu gibi bir gerçektir.
24 – Sahi! İbrâhimin şerefli misafirlerinin gelişlerinden haberin oldu mu?
25 – Onlar yanına varınca: “Selâm!” dediler. O da: “Size de Selâm!” diye cevap verdi, ama içinden: “Bunlar tanımadığım kimseler, hayırdır inşaallah!” dedi. [15,51; 4,86; 11,69]
26-27 – Onlara yemek getirmek için gizlice ailesinin yanına geçti ve semiz bir dana kebabı getirdi. Önlerine koyup “buyurmaz mısınız?” diye ikram etti. [11,69]
28 – O sırada onlardan yana içine bir korku düştü. “Korkma!” dediler ve ona büyüdüğünde alîm olacak bir çocuklarının dünyaya geleceğini müjdelediler. [11,70-73; 15,53]
29 – Evin öbür köşesinden bunu duyan eşi, elini yüzüne vurarak: “Vay başıma gelene! Ben kısır bir kocakarı iken mi doğuracağım!” diye çığlık attı.
30 – Onlar, hanımına: “Evet, Rabbin böyle buyurdu, dediler. O, tam hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi hakkıyla bilir.”
31 – İbrâhim: “Peki sizin gelişinizin asıl sebebini öğrenebilir miyim ey değerli elçiler?” dedi.
32-34 – “Biz” dediler, “Suçlu bir güruhun, haddini aşanların tepelerine, çamurdan pişirilip de Rabbinin nezdinde damgalanmış taşları indirmek için görevlendirildik.”
35 – Derken, oradaki müminleri şehirden çıkarma emrini verdik.
36 – Ama orada, bir hane dışında, Biz’e itaat eden aile bulamadık.
37 – Ve öyle acı bir azaptan korkanlar için, orada bir alâmet bıraktık.
Burada Ölü Deniz (Lût Gölü) kasd edilmektedir. Bu gölün güney kısmı, büyük bir felâketin izlerini bu gün bile taşımaktadır. Uzmanların tahminlerine göre Lût kavminin büyük şehri, şiddetli depremden dolayı yer altına gömülmüş, üzerini de Lût gölünün suları basmış olmalıdır. Batma zamanı da, m.ö. iki bin yıl kadar öncesine yerleştirilmektedir ki bu da Hz. İbrâhim ve Hz. Lût (a.s.)’ın yaşadığı zamana rastlamaktadır.
Lût gölünün “Ellisan” adlı yarımada görünümündeki bölümü güneyde bulunmakta ve daha sonra meydana geldiği anlaşılmaktadır. Eski Lût gölünün bu yarımadanın kuzeyine kadar görülen tarihi kalıntıları, güneydeki kalıntılardan çok farklıdır. İşte bundan dolayı, önceleri güney kısmının bu göl yüzeyinden yüksekte olduğu, daha sonra batarak o gölün altına gömüldüğü tahmin edilmektedir.
38 – Mûsâ’nın olayında da alınacak dersler vardır. Onu âşikâr bir delille (mûcize ile) Firavun’a göndermiştik.
39 – O var gücüyle ve bütün ordusuyla sırtını çevirdi ve “Mûsâ, ya bir büyücü, ya da bir delidir!” dedi.
40 – Biz de hem onu, hem ordularını yakalayıp denizin dibine geçiriverdik. Boğulurken, pişmanlıkla kendi kendini kınıyordu.
41 – Âd halkında da alınacak dersler vardır. Onlara da ortalığı kasıp kavuran köklerini kurutan bir kasırga gönderdik.
42 – Bu rüzgâr, uğradığı her şeyi derhal kül gibi savuruyordu.
43 – Semûd ahalisinde de böyle alınacak ibretler vardır. Onlara da “Bir süre hayattan zevk alın bakalım!” denilmişti.
44 – Onlar Rab’lerinin emrinden uzaklaşıp azıtınca kendileri baka baka, o müthiş yıldırım onları çarpıverdi.
45 – Oldukları yerde çöke kaldılar, ne doğrulabildiler, ne de yardım gördüler.
46 – Daha önceleri de Nûh’un halkını helâk etmiştik. Çünkü onlar da din yolundan çıkmış kimselerdi.
47 – Göğü Biz çok sağlam bir şekilde bina ettik, onu genişleten Biziz. Çünkü Biz geniş kudret ve hakimiyet sahibiyiz.
Mûsiûn: Geniş güç ve kudret sahibi mânasına olduğu gibi “genişleten” mânasına da gelir. Allah’ın bu büyük kâinatı bir kere yaratıp bırakmadığını, bilakis onu devamlı olarak genişlettiğini gösterir. 20. yüzyılda bulunan “kâinatın genişlemesi” düşüncesi, alan olarak evrenin sürekli genişlediğini ifade eder.
48 – Yeryüzünü de Biz döşedik, bakınız Biz ne de güzel döşedik!
49 – Her şeyi de çift yarattık ki düşünüp ders alasınız. [36,36; 43,12]
50 – “O halde, Allah’a kaçın, çabuk Allah’ın himayesine koşun! Zira ben O’nun tarafından, sizi uyarmak için gönderilen âşikâr bir elçiyim.”
Bu âyette Allah Teâlâ, Peygamberinin dili ile bu hitabı yapmaktadır. Mesela Fatiha sûresinde de bu durum vardır. Fatihanın baş tarafında gizli bir “De ki:” fiili bulunur; zira o ifadeler kulların söylemesi matlub olan sözlerdir. Kur’ân’ın daha başka yerlerinde de bazen meleklere, bazen peygamberlere ait sözlerin Allah’a izafe edildiği görülür. Sözün akışından kime ait olduğu anlaşılır. [Bkz. 19,64-65; 37,159-167; 42,10; 51,57-58]
51 – Sakın Allah’tan başka mâbud icad etmeyin! İşte ben O’nun tarafından, sizi uyarmak için gönderilen aydınlatıcı bir elçiyim.
52 – İşte böyle… Senin hemşehrilerinden önceki ümmetlere ne zaman bir elçi geldiyse mutlaka ona muhatapları büyücü veya deli dediler.
53 – Birbirlerine tavsiye mi ettiler, aralarında anlaştılar mı ki hep aynı şeyleri söylediler? Hayır, böyle bir tavsiye yok ama, onlar azgınlıkta müşterekler. İşte ondan, böyle söylerler.
54 – Sen de onlardan yüz çevir! Yeterince onlara hakkı anlatmaya çalıştığından artık bundan ötürü seni kimse ayıplayamaz.
55 – Bununla beraber yine de hatırlatıp öğüt ver! Zira gerçeği hatırlatıp nasihatte bulunma, inananlara ve inanacaklara fayda verir.
56 – Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.
Burada Allah, Allah’tan başka nesneleri Kendisine ortak sayan insanları ve cinleri azarlayarak “Ben onları başkalarına kulluk etsinler diye değil, Bana ibadet etsinler diye yarattım.” diyor. Bütün kâinatı yarattığı halde onlardan sadece ikisinin ele alınmasının sebebi şudur: Kâinattaki bütün varlıklar Allah’a itaat ve ibadet içindedirler. Fakat irade ve tercih hakkı insanlarla cinlere verilmiştir. Bunların başka nesnelere yönelip şirk koşmalarını önlemek gerekir.
57-58 – Onlardan nafaka istemiyorum, beni yedirip beslemelerini de istemiyorum. Asıl bütün mahlûkların rızıklarını veren, kâmil kuvvet ve tam iktidar sahibi olan Allah Teâlâdır.
“Nafaka istemiyorum” buyruğundan maksat şu olabilir: Dünya efendilerinin, hizmetçilerinden faydalanmaları gibi, onların hizmetleriyle imkânlarımı artırmam söz konusu değildir.”
İnsanların, Allah Teala’yı rızıklandırmaları zaten imkansız olduğundan Hz. Peygamber (a.s.)’ın, risalet için ücret beklemediği de îma edilmiş olabilir.
59 – Muhakkak ki şimdiki zalimlerin de, daha önceki meslekdaşlarının payı gibi, bir azap payı vardır. Acele etmelerine hiç gerek yok, nasılsa ona kavuşacaklar!
60 – Ama tehdit olundukları o gün de gelince, çekeceklerinden dolayı vay o kâfirlerin haline!