Medine’de inmiştir. 24 âyettir. Adını ikinci âyetinde geçen haşr kelimesinden almıştır. Bu da “sevkiyat için bir yere toplama” demektir. Hz. Peygamber (a.s.), Medine şehir devletini Müslümanlar, Yahudiler ve müşriklerin anlaşmalarını sağlayarak kurmuştu. Üç büyük Yahudi kabilesinden olan Beni Nadîr, Uhud savaşından sonra Kureyş ile gizlice birleşip hıyanet etti. Hz. Peygamber savaş veya Medine’yi terk etme seçeneklerini teklif etti. Terk etmeleri halinde her yıl dönüp hurma bahçelerinin ürünlerini toplayacaklardı. İkinci seçeneği kabul edip on gün süre istediler. Bu arada başka bir hıyanete giriştiler. Münafıkların başı İbn Übey onlara destek vaad edip savaşa teşvik etti. Beni Nadîr, Müslümanlara karşı silaha sarıldı. Hz. Peygamber 21 gün süre ile onları kuşattı. Fiilî bir savaş olmadı. Hicri 4. yılda geçen bu kuşatma sonucunda teslim oldular. Hz. Peygamber, hak ettikleri ölüm cezası yerine, taşınabilir mallarını alarak Medine’den ayrılmaları hükmünü verdi. Çoğu altı yüz develik kervanla Suriye’ye göçtüler. Çok azı Hayber ve Hire’ye gittiler.
Fey’, savaş olmaksızın ele geçen düşman malıdır. Bu mallar, ganimetin aksine olarak, bütün Müslümanlara, devlete aittir. Böylece o mallar, imkân sahiplerine mahsus olmaktan kurtulup bütün Müslümanlara ait olur, toplum tabakaları arasında denge sağlanır.
Sûre bir kısım Yahudilerin Medine’den çıkarılmalarını, münafıkların Yahudilerle gizlice komplo kurmalarını, müminlere nasihatler ve Allah’ın bazı güzel vasıflarını bildirir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1 – Göklerde ne var yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih ve tenzih eder. O, azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
2 – Nitekim Ehl-i kitaptan olan kâfirleri ilk defa O, yurtlarından bir çırpıda çıkardı. Halbuki siz onların çıkacaklarını asla düşünemezdiniz. Onlar da kalelerinin, kendilerine Allah tarafından takdir edilen azabı önleyeceğini sanırlardı.
Ama Allah hiç ummadıkları yerden onları bastırdı ve kalplerine korku saldı. Öyle ki evlerini hem kendi elleriyle, hem de müminlerin elleriyle yıkıyorlardı. Düşünün de ibret alın ey akıl sahipleri! [16,26]
Evlerini kendi elleriyle yıkmaları: “Ya Müslümanlar yararlanmasın diye tahrip etmeleri veya göz göre göre kendilerinin hıyanetleri sonucunda bu cezaya müstahak olmaları mânasına” gelebilir.
Fiilin kendilerine isnad edilmesi, bu yıkıma kendilerinin sebeb olmalarındandır.
3 – Eğer Allah onlar hakkında toplu sürgün cezası takdir etmeseydi, mutlaka onları dünyada cezalandırırdı. Âhirette de onlara ateş azabı vardır.
4 – Bunun sebebi onların, Allah ve Resulüne karşı çıkmaları oldu.
Kim Allah’ı ve Resulünü karşısına alırsa bilmelidir ki Allah’ın cezası pek çetindir.
5 – O kâfirleri kızdırmak için herhangi bir hurma ağacı kesmiş iseniz veya kökleri üzerinde bırakmışsanız bu, hep Allah’ın izniyle
ve o, yoldan çıkmışları cezalandırmak için olmuştur.
Bazı ağaçların kesilmesi, Beni Nadîr’in kalelerine karşı askerî operasyonların gereği idi. Bu gibi özel durumlar dışında, Hz. Peygamberin ağaçların ve ürünlerin tahrip edilmesini kesinlikle yasakladığı, bilinen bir hükümdür ki hemen bütün müfessirler buna işaret ederler.
6 – Allah’ın, daha önce onlara ait olup Peygamberine ganimet olarak nasib ettiği mallara gelince, siz onun için ne at, ne de deve koşturmadınız.
Fakat Allah, resullerini dilediği kimselere, savaş külfeti ve zahmeti olmaksızın galip getirir. Allah her şeye kadirdir.
Savaş olmayınca, ganimet mücahitlere dağıtılmaz, kamuya ait olur.
7 – Savaş olmaksızın fethedilen ülkelerin halklarına ait mallardan Allah’ın, Peygamberine nasib ettiği ganimetler;
Allah’a, Resulüne, akrabalara (Peygamber’in yakın akrabalarına), yetimlere, fakirlere ve yolda kalmış gariplere aittir.
Ta ki o mallar, sizden yalnız zenginler arasında el değiştiren bir servet haline gelmesin.
Peygamber size ne verirse onu alın, neden men ederse onu terk edin!
Allah’a karşı gelmekten sakının!
Muhakkak ki Allah’ın cezası pek çetindir.
8 – Allah’ın nasib ettiği bu ganimet malları
o hicret eden fakirlere aittir ki,
onlar Allah’ın lütfunu ve rızasını taleb etmek, Allah’ın dinine ve Resulüne destek vermek için yurtlarından ve mallarından edildiler.
İşte imanlarında sadık ve samimi olanlar ancak onlardır.
9 – Bunlardan önce Medine’yi yurt edinip imana sarılanlar ise, kendi beldelerine hicret edenlere sevgi besler, onlara verilen ganimetlerden ötürü içlerinde bir kıskanma veya istek duymazlar.
Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler.
Her kim nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, işte felah ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır. [76,8; 2,177]
10 – Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek müminler):
“Ey Kerim Rabbimiz, derler, bizi ve bizden önceki mümin kardeşlerimizi affeyle!
İçimizde müminlere karşı hiçbir kin bırakma!
Duamızı kabul buyur Rabbenâ, çünkü Sen raufsun, rahîmsin!” (şefkat ve ihsanın son derece fazladır). [9,100]
11 – Bakmaz mısın şu münafıklık yapanlara?
Onlar Ehl-i kitaptan kâfir kardeşlerine:
“Vallahi,” diyorlar, eğer siz buradan çıkarılacak olursanız,
mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız.
Sizin olduğunuz yerde asla kimseye itaat etmeyiz,
eğer size savaş açan çıkarsa mutlaka size yardım ederiz!”
Ama Allah şahittir ki onlar yalan söylemektedirler.
11-17. âyetler Beni Nadir Yahudilerinin Medine’den çıkarılmaları sırasında indirilmiştir. Onlara Peygamberimiz on günlük süre tanıyan ültimatom gönderdiğinde Abdullah b. Übey ve diğer bazı münafıklar haber gönderip, kesin teminat vererek, kendilerine arka çıkacaklarını bildirdiler. Bu kısım, nüzul bakımından, sûrenin başından 10. âyetine kadarki bölümünden öncedir.
12 – Çünkü, o Yahudiler yurtlarından çıkarılırsa, bu münafıklar onlarla beraber çıkmazlar
ve eğer kendilerine savaş açılırsa onlara yardım etmezler.
Eğer yardım etseler bile (müminlerin karşısında dayanamayarak) arkalarını dönüp kaçarlar.
Sonra Allah onları helâk eder de artık kurtarılmazlar.
13 – Onların kalplerinde sizden duydukları korku,
Allah’tan korkmalarından daha ileridir.
Bu böyledir, çünkü onlar, gerçeği bilip anlamayan kimselerdir.
14 – Onlar sizinle toplu durumda savaşmazlar, ancak sağlam kaleler içinden
veya duvarların arkasından sizinle savaşmak isterler.
Kendi aralarındaki çatışmaları pek şiddetlidir.
Sen dışardan onları birlik içinde sanırsın. Halbuki kalpleri darma dağınıktır.
Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan, düşünmeyen bir güruhtur.
15 – Bu Yahudilerin hali, kendilerinden az önce, yaptıkları işlerin vebalini tatmış olan,
âhirette de ayrıca gayet acı bir azap çekecek olan kimselerin durumuna benzer.
Bu âyet, sayıca az olan Müslümanlar karşısında Bedirde bozguna uğrayan Kureyş ile Benî Kaynuka Yahudilerine işaret etmektedir.
16 – Yahudileri savaşa teşvik eden münafıkların durumu ise tıpkı şeytan’ın durumuna benzer ki o, insana: “Dine inanma, reddet!” diye telkin eder.
O kendisine kulak verip kâfir olunca da şöyle der:
“Ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbinden korkarım!”
17 – Neticede ikisinin âkıbeti de, ebedî kalmak üzere cehenneme girmek oldu.
İşte zalimlerin cezası budur.
18 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının!
Herkes yarın âhireti için ne gönderdiğine dikkat etsin.
Allah’a karşı gelmekten sakının!
Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
19 – Sakın şunlar gibi olmayın ki onlar Allah’ı unuttukları için,
Allah da kendi öz canlarını kendilerine unutturdu. (Fayda ve zararlarını dahi bilemiyorlar).
İşte yoldan çıkanlar bunlardır. [63,9]
Rabbini unutup terk eden kimse, aslında kendi öz varlığını terk etmiş, kendi kendisine yabancılaşmış demektir. Zira insanın asıl kimliği Rabbine mensub olması, O’nun kulu olmasıdır. O’nu bırakıp, başka lâyık olmayan şeylere kulluk eden, perişanlık çeker, heder olur gider.
20 – Cehennemliklerle cennetlikler elbette bir olmaz.
Felah ve başarıya erenler, cennetliklerdir. [45,21; 40,58]
21 – Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağın tepesine indirseydik onun,
Allah’a tazimi sebebiyle başını eğip parçalandığını görürdün.
İşte bunlar birtakım misallerdir ki düşünüp istifade etmeleri için, Biz onları insanlara anlatıyoruz. [13,31; 2,73]
22 – Allah’tır gerçek İlah! O’ndan başka yoktur ilah. Görünmeyen ve görünen her şeyi bilir.
O rahmandır, rahîmdir. [1,3; 10,58; 7,156; 6,54]
23 – Allah’tır gerçek İlah! O’ndan başka yoktur ilah!
O melik’tir, kuddûs’tür, selâm’dır,
Mü’min’dir, müheymin’dir, aziz’dir, cebbar’dır, mütekebbir’dir.
Allah, müşriklerin iddialarından münezzeh ve yücedir. [62,1]
O Melik’tir: kâinatın gerçek hükümdarıdır.
Kuddûs’tur: bütün eksiklerden uzak ve yücedir.
Selâm’dır: Kusurlardan salim olup yaratıklarına esenlik verendir.
Mü’min’dir: Güvenlik verendir.
Muheymin’dir: Her şeyin üzerinde gözetip kollayandır.
Aziz’dir: Üstün kudret sahibi, mutlak galiptir.
Cebbar’dır: Yaratıklarının hallerini ve işlerini düzelten ve iradesi ile onları istediği şekilde yönetendir.
Mütekebbir’dir: Büyükler büyüğüdür. [85,9; 10,46; 13,33]
24 – Allah o gerçek İlahtır ki halık’tır, bârî’dir, musavvir’dir.
Hasılı, en güzel isimler ve vasıflar O’nundur.
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih ve tenzih eder. O, azizdir, hakimdir. [17,44]
Bâri’dir: Yaratıklarını düzgün ve âhenkli kılandır.
Musavvir’dir: Bütün mahlûklarına özel sûretlerini verendir.
“Her kim sabahleyin üç kere Euzu billahi’s-semîi’l-alîmi mine’ş-şeytani’r-racîm dedikten sonra Haşr sûresinin sonundan üç ayeti okursa, Allah Teâlâ onun emrine yetmiş bin melek verir. Onlar akşama kadar o kimse için dua ederler. “Eğer o gün ölürse şehid olarak vefat etmiş olur. Onları akşamleyin okuyan da aynı durumda sevap alır” (Hadis-i Şerif, Tirmizi).