Mekke’de inmiştir. 30 âyettir. Adını başlangıç kısmında geçen ve Allah’ın kâinatı yaratıp yönetmesinde kendisini gösteren mülkünden, yani hakimiyetinden bahsetmesinden alır. Allah’ın dünyayı bütün imkânları ile insanlara âmade kıldığını, insanlara gözler, kulaklar, gönüller verdiğini, daha nice hikmetli eserlerinin O’nun tek Yaratıcı, tek Mâbud olduğunu ortaya koyduğunu bildirip âhirette O’na hesap verileceğine inanmayanların kendilerini mâruz bıraktıkları tehlike bildirilir. Allah’ı ve buyruklarını tanıyanların felaha ereceği bildirildikten sonra, ikinci kısımda kâfir ve nankörlerin kötü âkıbetleri anlatılır.
Bu sûrenin fazileti hakkında Hz. Peygamber (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: “Kur’ândan 30 âyet, bir sûre, bir adama şefaat etti, nihayet o affedildi. Bu sûre, Tebareke sûresidir.” (Tirmizî)
Müfessir Âlusî der ki: Bu sûrenin faziletleri hakkında varid olan birçok haberden dolayı, bu sûreyi her gece okumanın mendup olduğu söylenmiştir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Hakimiyet elinde bulunan o yüce Allah mukaddestir, hayrı ve bereketi sınırsızdır ve O her şeye kadirdir.
2 – Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O azîzdir, gafurdur (üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur). [2,28; 18,7]
3-4 – Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Gözünü çevir de bak: Herhangi bir kusur görebilir misin?
Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bir kusur bulamadığından, eli boş ve bitkin geri döner.
5 – Biz yere en yakın göğü lambalarla donattık. Onları şeytanlara atılan mermiler yaptık. Hem onlara alevli ateş hazırladık. [37,5-6]
En yakın gök: Yıldız ve gezegenleri vasıtasız olarak görebildiğimiz gökyüzüdür. Onun ötesi ancak araçlar vasıtasıyla görülebilir. Daha ötesi, cihazlar vasıtasıyla bile görülemez.
Cin şeytanları yüce gayb âlemini dinleyip, haber çalarak onları dünyadaki yoldaşları kâhin ve falcılara vermek isteyince onlar şihaplarla (alevlerle) kovalanırlar [37,8-10]. Şihaplar meteorlarla ilgili olabilir. Gayb âleminde cereyan eden hadiselere, görünen âlemde alâmet koymak Cenab-ı Allah’ın âdetinde bulunan bir şeydir.
6 – Rab’lerini inkâr edenlere de cehennem azabı var. Gidilecek ne kötü yerdir orası!
7 – Onlar oraya atılınca, cehennemin müthiş homurtusunu, kaynaya kaynaya çıkardığı uğultuyu işitirler.
8 – Cehennem, öfkesinden neredeyse çatlayacak haldedir. Ne zaman oraya yeni bir kafile atılsa, oranın bekçileri: “Sizi uyaran bir peygamber dâveti size ulaşmadı mı?” diye sorarlar. [17,15; 39,71]
9 – Onlar şöyle cevap verirler: “Evet, bizi uyaran oldu, ama biz onu yalancı saydık ve Rahman hiçbir vahiy indirmedi, siz besbelli bir sapıklık içindesiniz.” dedik.
10 – Ve ilave edecekler: “Şayet biz gerçeği işiten ve aklını çalıştıran kimseler olsaydık, elbette bu alevli ateşe girenlerden olmazdık!”
11 – Böylece günahlarını itiraf ederler. Rahmetten uzak olsun o cehennemlikler!
12 – Fakat Rab’lerini görmedikleri halde, O’na karşı saygılı davrananlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
13 – Sözünüzü ister içinizde gizleyin, ister açığa vurun, hepsi birdir. Zira Allah kalplerin kökünü dahi bilir.
14 – O yarattığı mahlûkunu hiç bilmez olur mu?
(İlmi her şeye nüfuz eden, her şeyden haberi olan) latîf ve habîr O’dur.
15 – Yeryüzünü size hizmete hazır, uysal bir binek gibi kılan da O’dur.
Haydi öyleyse siz de onun omuzları üstünde rahatça dolaşın. O’nun takdir ettiği rızıklardan yiyin, istifade edin. Ama ölümden sonra dirilip O’nun huzuruna çıkacağınızı da bilin!
Yer uysal bir binek gibi insana hizmet ediyor. Omuzlar atın en hassas azasıdır. Binicisinin omuzuna basmasına pek razı olmaz. Arzın, omuzları üzerinde yürünürse, bunun mânası, onda itaat etmeyen hiçbir tarafın kalmadığıdır.
Cenab-ı Allah, barındırdığı milyonlarca tür mahlûkata göre küçücük olan bu dünyayı, onların sayılara sığmayan fertlerine hazırlanmış yüzbinlerce çeşit erzak ve ihtiyaç maddeleri ile doldurmuştur. Bu yerküreyi, bir gemi gibi uzay okyanusunda hızla hareket ettirip mevsimlere uğratarak, bahar ve yaz mevsimini, yüz binlerce yiyeceklerle doldurup, her kış erzakı tükenen canlıların imdadına, erzak gemisi halinde göndermektedir.
16 – Yüceler yücesi olan Allah’ın sizi yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman bir de bakarsınız yer çalkalanıp duruyor.
Bu ifadeden, Allah’ın yukarıda bir cihette ve bir yerde olduğu mânası çıkarılamaz. İnsan, mekânlara sığmayan Rabbini, farkında olmadan hep yücelerde düşündüğünden böyle buyurulmuştur. Nasıl ki duada eller yukarıya kaldırılır. Vahiyler, kitaplar, melekler, emirler yukarıdan indirilir. Hâşa, bunlar Allah’ın yukarıda olduğunu anlatmak gayesini taşımazlar. Bu müteşabih âyetler insana bir tasavvur verirler. Bu gibi âyetler Allah’ın mutlak yüceliğini ifade ederler. Bunlar. “O’nun hiç benzeri yoktur!” (42,11) “Yüzünüzü nereye döndürürseniz Allah oradadır!” (2,115) gibi muhkem âyetlerin ışığında gerçek mânalarını bulurlar.
17 – Yahut O’nun size taş yağdıran bir kasırga göndermesinden emin mi oldunuz? Fakat bu tehdidimin ne demek olduğunu yakında öğrenirsiniz!
18 – Onlardan öncekiler de (dini, peygamberleri) yalan saydılar. Ama Ben’im red ve inkâr edişim, intikamım nasıl olurmuş, anladılar!
19 – Üstlerinde kuşların saf saf dizilip kanatlarını açıp yumarak dolaşmalarını hiç görmüyorlar mı? Onları havada Rahman’dan başka tutan yoktur. O elbette her şeyi görür.
20 – Rahman, dan başka size güyâ yardım edecek kimmiş? Doğrusu kâfirler büyük bir aldanış içindedirler.
21 – Peki, Allah size ihsan ettiği nasibi alıkorsa, sizi başka rızıklandıracak kimmiş? Doğrusu, onlar azgınlık ve nefret içinde diretmektedirler.
22 – Düşünün bir: Yüzükoyun kapanıp yerde sürünen mi varılacak yere daha kolayca ulaşır, yoksa dümdüz yolda düzgün şekilde yürüyen mi?
Burada âhireti inkâr edenler, psikolojik bir delil ile ikna edilirler: İnsan yaratılışı gereği tehlikeden kaçar. Hatta onda bir, yirmide bir tehlike ihtimali olsa bile o yoldan gitmek istemez. Fayda ve menfaatini garantilemek ister. Cenab-ı Allah ona şunu hatırlatıyor: Âhirete inanırsan, dümdüz yolda güven içinde elini kolunu sallaya sallaya yolda ilerlersin. Ama âhireti inkâr edenin işi çok zordur; âdeta yüzüstü sürünerek yol almaya çalışan gibidir. Hiç insan böyle olmak ister mi? Her an yakalanma tehlikesi ve endişesi ile firarî duruma düşmek ister mi?
23 – De ki: Sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve gönüller veren O’dur. Sizin şükrünüz ne de az!
24 – Sizi yeryüzünde yaratıp zürriyet halinde yayan O’dur. Ölümden sonra da diriltilip yine O’nun huzurunda toplanacaksınız.
25 – Ama onlar yalnızca şunu soruyorlar: “Eğer iddianızda tutarlı iseniz, bu vaad yani inanmadığımız takdirde geleceğini bildirip tehdid ettiğin azap ne zaman?
26 – De ki: “Bunu yalnız Allah bilir. Ben ise sadece açık ve kesin bir tarzda uyarırım.”
27 – Onu yanıbaşlarında buldukları zaman inkâr edenlerin kederden yüzleri mosmor kesilir. Kendilerine: “İşte sizin isteyip durduğunuz şey!” denilir.
28 – De ki: “Söyler misiniz bana: Allah eğer beni ve beraberimdeki müminleri, ister helâk eder, ister merhamet eder,
ne ederse eder, peki kâfirleri o acı azaptan kim kurtarır?”
29 – De ki: “Sizi imana dâvet ettiğimiz İlah, Rahman’dır. Biz O’na iman ettik. O’na dayandık.
Kimin kesin bir yanlışlık içinde olduğunu yakında öğrenirsiniz.
Bu âyet Allah’ın varlığına dair ilzamî bir delil ihtiva eder. Bu öyle bir delildir ki inkârcıyı susturur, diyecek bir söz bırakmaz. “Biz O’na inandık. Farz-ı muhal, dediğimiz olmasa da hiçbir zararımız olmaz. Ama siz, olan bir gerçeği inkâr ettiyseniz, ebediyyen ceza çekeceksiniz!”
30 – De ki: “Söyleyin bana: şayet suyunuz çekilir, yerin dibine giderse, oakan tatlı suyu, kim getirebilir size?”