Medine döneminde hicrî 2. yılda vaki olan Bedir gazasından sonra nâzil olmuş olup 75 âyettir. Adını ilk âyetinde geçen Enfal (yani ganimetler) kelimesinden almıştır. A’râf sûresinde müşriklerin uyarılıp tehdid edildikleri mağlubiyet, Enfal sûresinin indirilişinden hemen önce gerçekleştirildiği için, Enfal sûresi onun peşine konulmuştur. Enfal sûresi Bedir gazvesinde meydana gelen olayları açıklayıp bu savaştan alınacak dersleri özetler. Böylece Müslümanlara, iman, hicret, dayanışma, cihad, savaş, savaş hukuku, anlaşmalar, ganimet, sabır ve sebat, ciddiyet, disiplin, tevekkül gibi konular hakkında talimatlar verilir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Sana ganimetlerin taksimini soruyorlar. De ki: “Onun taksimi Allah’a ve Resulüne aittir.
Onun için siz gerçek mümin iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, birbirinizle aranızı düzeltin, Allah’a ve Resulüne itaat edin!
2 – Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki yanlarında Allah zikredilince kalpleri ürperir, kendilerine O’nun âyetleri okununca bu, onların imanlarını artırır ve yalnız Rab’lerine güvenip dayanırlar. [3,135; 39,23; 9,124]
3 – Namazı hakkıyla ifa edip kendilerine nasib ettiğimiz mallardan hayırlı işlerde harcarlar.
4 – İşte gerçek müminler onlardır.
Onlara Rab’lerinin nezdinde, cennette yüksek dereceler, mağfiret ve kıymetli bir nasip vardır.
5-6 – Nitekim pek yerinde ve gerekli bir iş için Rabbin seni evinden çıkardığı zaman da, müminlerden bir kısmı bundan hoşlanmamıştı.
Gerçek apaçık meydana çıktıktan sonra bile, onlar bu hususta seninle münakaşa ediyorlardı;
sanki göz göre göre ölüme sevk ediliyorlardı. [2,216; 3,123]
Yüce Allah ganimetlerin taksimi hakkında hükmü bildirmediği için önce bu hususta tartışma çıkmıştı. O konuda âdil hüküm Allah’a ve Resulullah’a ait olduğu gibi, Allah’ın hakkı ve adaleti gerçekleştirmek üzere Hz. Peygamber (a.s.m.)’ı Bedir gazası için sefere sevk etmesinde de, hüküm Allah’a ait idi.
Söz konusu “gerçek”: Yapılması gerekli olan iş, şirk kuvvetleri ile savaşmak, hakkı izhar etmek idi. Allah’ın rızasının müşriklerle savaşarak müstahak oldukları dersi vermekte olduğunu açıkça anlamalarına rağmen bir kısım müminler, Medine’den savaş hazırlığı yapmış olarak çıkmadıklarından savaşa isteksiz idiler.
7-8 – Allah iki topluluktan birine sizi galip kılacağını vaad ettiğinde siz silahsız olan topluluğun (kervanın) sizin olmasını arzu ediyordunuz.
Halbuki Allah ise, emirleriyle hakkı üstün kılmak
ve şirkin kuvvetini yok ederek kâfirlerin ardını kesmek istiyordu ki,
o suçlu müşrik gürûh hoşlanmasa da, hak olan İslâm’ı yüceltsin, batıl olan şirki de ortadan kaldırsın.
9 – O vakit siz Rabbinizden yardım istiyordunuz.
O da: “Ben size peş peşe gelecek bin melaike ile imdad edeceğim” diye duanızı kabul buyurdu.
Bedir’e çıkarken Hz. Peygamber (a.s.) ashabı ile istişare etti: Hedef Şam’dan gelen Kureyş kervanı mı olsun, yoksa Kureyş ordusu mu?” Ashabın bir kısmı savaş hazırlığı ile çıkmadıklarından kervanı istediler. Peygamberimiz ordu ile karşılaşıp, hücum eden düşman kuvvetini kırmak istiyordu. Yüzünde burukluk hasıl oldu. Durumu anlayan Sa’d İbn Ubade, Mikdad, Sa’d İbn Muaz (r.a) gibi zatlar, sonuna kadar fedakârlığa hazır olduklarını bildiren, cesaret verici güzel sözler söylediler. Düşman, üç misli askeri ve savaş hazırlığı ile zorlu idi. Efendimiz: “Allah’ım, zafer vaadini gerçekleştir. Bu cemaat helâk olursa artık yeryüzünde Sana ibadet edecek kimse kalmayacak.” diye dua etti. Allah lütf edip müminleri muzaffer etti.
10 – Allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz güven duysun diye yaptı.
Yoksa gerçekte yardım ancak Allah’tandır, başkasından değil!
Çünkü Allah, azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [3,140-160; 9,14; 28,43]
11 – Düşman korkusundan gözünüze uyku girmediği için o vakit Allah, inâyeti ile güven ve sükûnet vermek için sizi hafif bir uykuya daldırıyordu.
Sizi temizlemek, şeytanın pisliğini, vesvesesini sizden gidermek,
kalplerinize kuvvet vermek ve savaş meydanında ayaklarınızı sabit kılmak için
gökten üzerinize su indiriyordu. [3,154; 94,5-6; 76,21]
12 – Rabbin meleklere vahyediyordu ki:
“Muhakkak Ben sizinle beraberim,
haydi siz de müminlere sebat ve cesaret verin.
Kâfirlerin kalplerine korku salacağım.
Haydi vurun onların boyunlarına, vurun onların parmaklarına!” [47,4]
13 – Evet böyle! Çünkü onlar Allah’a ve Resulüne karşı çıktılar.
Kim Allah’ın ve Resulünün karşısına çıkarsa bilmeli ki Allah’ın cezası çetindir.
14 – İşte ey kâfirler! Bunu gördünüz ya, şimdi tadın bakalım onu!
Kâfirlere ayrıca bir de cehennem azabı var!
15 – Ey iman edenler! Ordu halinde kâfirlerle savaşmak için karşılaştığınızda, onlara arkanızı dönüp kaçmayın!
16 – Her kim böyle bir günde, -savaş icabı dönüp hücum etmek için bir tarafa çekilmek veya diğer bir birliğe katılmak gibi taktik bir maksat dışında-
düşmana arka çevirirse, Allah’tan bir gazaba uğrar;
onun varacağı yer cehennemdir, o ne kötü bir âkıbettir!
17 – Siz savaşta onları kendi kuvvetinizle öldürmediniz, lâkin Allah öldürdü.
(Ey Resulüm) Attığın vakit sen atmadın, lâkin Allah attı.
Ve bunu, Allah müminleri güzel bir imtihana tâbi tutmak için yaptı. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitir ve bilir. [3,123; 9,25; 2,249]
İki taraf savaşa başlayınca Hz. Peygamber (a.s.) bir avuç çakıl alıp “yüzleri kurusun!” diye düşman tarafına attı. Her müşriğin gözüne bir avuç çakıl girmiş gibi gözleri ile meşgul olmaya başladılar. Orduları bozulmaya başladı. Savaştan sonra “şöyle kestim, böyle vurdum!” diye övünen Müslümanları irşad için bu hatırlatma yapıldı.
18 – İşte Allah size böyle yaptı. Çünkü Allah kâfirlerin tedbirini zayıflatır.
19 – Ey müşrikler! Siz zafer mi istiyordunuz? İşte zafer geldi!
Siz müminlere hücumdan vazgeçerseniz bu, sizin için daha iyi olur;
yok döner yine savaşa başlarsanız, Biz de başlarız!
Askeriniz çok da olsa size hiç fayda vermez, çünkü Allah müminlerle beraberdir.
20 – Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin,
Kur’ân’ı ve Resulullah’ın öğütlerini işitip dururken ondan yüzçevirmeyin.
21 – İtaat kulağıyla işitip dinlemedikleri halde, bir de yalan atıp “işittik!” diyenler gibi olmayın.
22 – Çünkü Allah katında yerde gezinen canlıların en kötüsü, o düşünmeyen sağır ve dilsizlerdir. [7,179; 2,171]
23 – Şayet Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, onlara işittirirdi.
Fakat onlara hak sözü işittirse bile onlar yine yüz çevirir ve döner giderlerdi.
24 – Ey iman edenler! Allah ve Resulü size hayat verecek hakikatlere sizi dâvet ettiğinde ona icabet edin.
Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer (dilediği takdirde arzusunu gerçekleştirmesini önler)
ve siz dönüp O’nun huzurunda toplanacaksınız.
25 – Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz, hepinize şamil olur.
Biliniz ki Allah’ın cezalandırması şiddetlidir.
26 – Düşünün ki bir zaman siz dünyada az ve zayıf idiniz.
Öyle ki insanların sizi tutup kapacağından endişe ediyordunuz.
Bu halde iken Allah size yer yurt nasib etti, sizi yardımıyla destekledi,
sizi temiz ve helâl şeylerle rızıklandırdı, ta ki şükredesiniz.
27 – Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne hıyanet etmeyin,
bile bile aranızdaki emanetlerinize de hıyanet etmeyin!
28 – Biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız, sadece birer imtihan konusudur. Büyük mükâfat ise, âhirette Allah nezdindedir. [64,15; 21,35; 63,9]
29 – Ey iman edenler! Siz Allah’ı sayar haramlardan sakınırsanız,
Allah size hakkı batıldan ayırd edecek bir anlayış kuvveti verir,
sizin günahlarınızı örter, sizi affeder. Allah büyük lütuf sahibidir. [57,28]
30 – Bir vakit de o kâfirler senin elini kolunu bağlayıp
zindana mı atsınlar, yahut öldürsünler mi,
yahut seni ülke dışına mı sürsünler diye birtakım tuzaklar planlıyorlardı.
Onlar tuzak kuradursunlar, Allah da tuzak kuruyor. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.
Allah tuzak kurmaz. Sadece tuzak kuran olursa, tuzağı boşa çıkarması anlamında, müşakele babından, bu fiil O’na isnad edilir. Müşakele: Muhatabın lafzını kullanarak, farklı bir mâna kasdetmektir. Mesela itaatsizlik edip sırıtan çocuğuna babası: “Sen gül bakalım, ben de sana gülerim!” derken, babanın gülmesi gibi. Müşakele üslubunda olmaksızın Allah Teâlâ hakkında tuzak, istihza, hud’a vb. kavramlarını kullanmamız caiz değildir.
31 – Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman:
“Artık anladık! Biliyoruz! Dilesek bunun benzerini biz de söyleyebiliriz. Bu, önceden geçmiş insanların masallarından başka bir şey değildir!” derler. [25,5-6]
32 – Hani bir zaman da onlar: “Ya Rabbi, eğer bu Kur’ân senin tarafından gelmiş hak bir kitap ise
hemen üzerimize gökten taş yağdır yahut bize acı bir azap ver!” demişlerdi.
33 – Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz; eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azab etmez. [29,53; 38,16; 70,1-3; 26,87]
Burada “azaba uğratmaktan” maksat, onları kökten imha edecek bir azap gönderilmesidir. Hz. Peygamber (a.s.) aralarında iken, Allah Teâlâ böyle bir azap göndermeyeceğini bildiriyor.
İstiğfardan maksat ise: ya müşriklerle aynı memlekette kalan müminlerin istiğfarları, yahut kendilerinin Allah’tan mağfiret dilemeleridir.
34 – Allah ne diye onları cezalandırmasın ki
kendileri Mescid-i Haramı yönetmeye layık olmadıkları halde,
üstelik orayı ziyaret etmek isteyen müminleri de geri çeviriyorlar?
Oranın hizmet ve yönetimine asıl ehil olanlar, Allah’ı sayıp O’na şerik koşmaktan sakınanlardır. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.
35 – Onların Mescid-i Haramdaki duaları ise ıslık çalıp el çırpmaktan başka bir şey değil!
Öyleyse küfür ve küfranınızdan dolayı tadın bakalım azabı! [48,25]
Müşrikler, Hz. İbrâhim (a.s.)’ın dininin aslını değiştirdikleri gibi, hac ibadetini de değiştirmişlerdi. Erkek kadın, açık saçık el ele tutuşur, Kâbe’nin etrafında dolaşırlar, ıslık çalıp el çırparlardı. Hele Peygamberimiz Kâbe’ye geldiğinde, ona tepkinin ifadesi olarak bu gösterilerini daha da artırırlardı. Bunu bir ibadet havası içinde yaparlardı.
36 – Kâfirler, insanları Allah yolundan uzaklaştırmak için mallarını harcıyorlar.
Daha da harcayacaklar!
Ama gayelerine ulaşamayacaklarından bu, onlara yürek acısı olacak,
sonra da mağlup edilecekler.
İnkârlarında ısrar edenler toplanıp cehenneme sevk edilecekler.
37 – Ta ki Allah murdarı temizden ayırsın ve murdarları birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya yığsın
ve topunu birden cehenneme doldursun. İşte her şeylerini kaybedenler bunlardır. [10,28; 30,14; 36,59]
38 – Ey Resulüm! O kâfirlere de ki: “Eğer Peygambere düşmanlıktan vazgeçip İslâm’a girerlerse daha önceki suçları bağışlanacak.
Yok eğer dönüp tekrar düşmanlığa başlayacak olurlarsa, zaten emsallerinin başlarına gelen haller gözlerinin önünde!”
39 – Dünyada fitne kalmayıp din, tamamen Allah’a ait oluncaya kadar onlarla savaşın.
Eğer fitneden vazgeçerlerse, onları bırakın.
Allah zaten onların yaptıklarını hakkıyla görmektedir. [2,193; 9,5-11]
Burada genel tefsire göre “fitne” şirk, “din” ise itaat ve kulluktur.
Fitne’nin tefsiri için Bakara, 191 âyetine bkz.
40 – Yok eğer yüz çevirirlerse biliniz ki Allah sizin Mevla’nız! O ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır!
41 – Bir de malumunuz olsun ki savaşta elde ettiğiniz ganimetin beşte biri Allah’ındır. Yani Resulullâha, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara (gariplere) aittir.
Eğer Allah’a ve iki ordunun karşılaştığı,
hak ile batılın iyice açığa çıktığı o Bedir günü kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman ediyorsanız,
bu hükmü böylece kabul edeceksiniz. Allah her şeye kadirdir. [3,161; 59,6-10]
Ganimetin beşte biri Allah yolunda harcanmak üzere ayrılır, beşte dördü ise gazilere dağıtılır. Beşte birlik kısım ise, bu âyette açıklanan beş gruba taksim edilir. Bu konudaki içtihatların ayrıntıları, fıkıh kitaplarında yer alır. Peygamberimizin hissesini muhtaçlara dağıttığı bilinmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.)’ın zekât alması haram olan yakın akrabalarına ganimetten pay verilmekle durum dengelenmektedir.
42 – Hani Bedir savaşı günü ey Müslümanlar, Siz vâdînin yakın kenarında idiniz, onlar da uzak tarafında idiler!
Kervan ise sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi.
Eğer sözleşmiş olsaydınız dahi, sözleştiğiniz vakitte öyle buluşamazdınız.
Fakat Allah, takdir ettiği bir işi yerine getirmek için, sizi böyle buluşturdu ki
helâk olan, bir delile göre helâk olsun, yaşayan da bir delile göre yaşasın.
Çünkü Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir. [6,122]
43 – O vakit Allah sana müşrik askerlerini rüyanda az göstermişti.
Eğer onları çok gösterseydi paniğe kapılır, emir ve kumanda konusunda ihtilâfa düşerdiniz.
Fakat Allah sizi bundan kurtardı. Çünkü O, kalplerin içinde olanları pek iyi bilir.
44 – Karşılaştığınız zaman Allah sizin gözlerinizde onları az gösteriyor,
sizi de onlara az gösteriyordu ki
Allah takdir ettiği işi yerine getirsin.
Bütün işler sonuçta Allah’a raci olur (nihaî karar ve yürütme O’na aittir.) [3,13]
45 – Ey iman edenler! Savaş esnasında karşı karşıya geldiğiniz düşman birliğine karşı dayanın,
sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki felah bulasınız!
Ashab-ı Kiram (r.a.) ve Selef-i Salihin Allah’ı zikretmeyi en zor şartlarda ve harp meydanlarında bile terk etmezlerdi. Hatta onlar cihada giderken öyle yüksek sesle Allah’ı anıyorlardı ki gönülleri zikir ile heyecanlanıyor, ruhları cennet iştiyakıyla köpürüyordu. Gürül gürül Kur’an okuyor, yüksek sesle Allah’ı zikrediyorlardı. Öyle ki bazan Hz. Peygamber (s.a.s.) onlara: “O kadar fazla yüksek sese hacet yok, biraz kendinize acıyın!” mealinde tavsiyede bulunma ihtiyacı hissederdi.
46 – Allah’a ve Resulüne itaat edin, sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin; sonra korkuya kapılıp zaafa düşersiniz, rüzgârınız (kuvvetiniz) gider.
Bir de tam mânasıyla sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.
Bu âyet, müminler arasında ihtilâf ve tefrikanın pek büyük bir zarar olduğunu, ehl-i hakkın ittifaklarının ise tevfik-i ilahînin, yani Allah’ın muvaffakiyet vermesinin başlıca vesilesi olduğunu bildirmektedir.
47 – Memleketlerinden çalım satarak, halka gösteriş yaparak savaşa çıkan
ve Allah yolundan insanları uzaklaştıranlar gibi olmayın.
Allah onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.
Ne yaptılar, ne yapmadılarsa Allah hepsini ilmiyle ve kudretiyle kuşatmıştır. Onların iyi veya kötü hiçbir işleri yoktur ki O’na ulaşmasın, O’nun hakimiyeti alanına girmesin, taltif veya cezasına sebep olmasın.
48 – Hani şeytan onlara yaptıkları işi güzel gösterip şöyle demişti:
“Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur. Ben de yanınızdayım!”
Fakat iki ordu birbirini görecek hale gelip karşılaşınca gerisin geri dönüverdi ve:
“Ben, dedi, sizden uzağım, ben sizin göremediğiniz şeyleri görüyorum, ben Allah’tan korkarım. Öyle ya, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” [59,16; 14,22]
49 – O zaman münafıklar ve kalplerinde şüphe bulunanlar diyorlardı ki: “Bu Müslümanları dinleri aldatmış, (çünkü kendilerinden çok üstün bir ordu ile savaşa girişiyorlar.)”
Halbuki kim Allah’a güvenip dayanırsa Allah ona yeter. Şüphe yok ki Allah azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
50 – Melekler o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vurarak “Tadın bakalım cayır cayır yanmanın acısını!” diyerek canlarını alırken bir görmeliydin! [6,93]
51 – “İşte bu, sizin ellerinizin işleyip öne sürdüğü işlerin karşılığıdır; yoksa Allah asla kullarına zulmetmez.”
52 – Bunların gidişi, tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin gidişi gibi oldu:
Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler, Allah da günahları sebebiyle onları bastırıverdi.
Çünkü Allah pek kuvvetli, azabı da çok şiddetlidir.
53 – Bu cezanın sebebi şudur: Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez.
Bir de şundan ki: Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir (dolayısıyla herkese lâyık olduğunu verir).
54 – Tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin gidişi gibi:
Rab’lerinin âyetlerini yalan saydılar. Biz de günahları sebebiyle onları imha ettik.
Firavun ve beraberindekileri de denizde boğduk.
Doğrusu, bunların hepsi de zalim idiler.
55 – Allah indinde bütün canlı mahlûkat içinde en kötü olanlar, inkârcılıkta ısrar edenlerdir ki onlar imana gelmezler.
56 – Onlar kendileriyle anlaşma yaptığında hiç çekinmeden her defasında anlaşmayı bozan kimselerdir.
57 – Onları savaşta ele geçirirsen, kendilerine öyle bir muamele yap ki
onların arkasındaki bütün öbür düşmanlara da ibret olsun da, akıllarını başlarına alsınlar.
Hz. Peygamber (a.s.) Benî Kurayza Yahudileri ile bir sözleşme yapmıştı. Müslümanlar aleyhinde hiç kimseye destek vermemeyi kabul etmişlerdi. Buna rağmen Bedir savaşında Mekke müşriklerine silah yardımı yaptılar. Başkanları Kâb b. Eşref Mekke’ye gidip orada müşriklerle bir ittifak gerçekleştirdi. Benî Kaynuka Yahudileri de sözleşmeye rağmen, kendi bölgelerine gelen bazı Müslüman kadınları rahatsız edip Hz. Peygamberce ikaz edildiklerinde küstahça cevap verdiler. Âyet bu ortamda indirildi.
58 – Seninle sözleşme yapan bir millette sözleşmeye aykırı bir hainlik alameti tesbit edersen, savaş açmadan önce anlaşmanın artık geçersiz kaldığını ilan et ki bunu bilme hususunda iki taraf da eşit olsun.
Çünkü Allah hainleri asla sevmez.
Bu âyet İslâm’ın uluslararası ilişkilerde çok önemli bir prensibini vermektedir. Herhangi bir tarafla anlaşma yapan kimse, süre bitinceye kadar anlaşmaya bağlı kalacaktır. Eğer ahdi bozmak için sebepler ortaya çıkmışsa, anlaşma ancak karşı tarafa haber verdikten sonra bozulabilir. Halbuki Cahiliye döneminde, karşı tarafa haber vermeden tek taraflı bozma olduğu gibi 20. asırda da bunun çok örneği vardır. Mesela İkinci Dünya savaşında Almanya bir açıklama yapmadan Rusya’ya saldırmış. Aynı şekilde İngiltere ve Rusya İran’a karşı askeri harekâta başlamışlardı.
59 – İnkâr edenler, öne geçtiklerini hiç zannetmesinler. Onlar elimizden kurtulamazlar.
60 – Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.
Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı
ve onların ötesinde sizin bilemeyip de, ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız.
Allah yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz. [29,4; 24,57; 3,196-197; 9,101; 2,261]
Burada kuvvet kavramı son derecede kapsamlı bırakılmıştır. Maksat, düşmana karşı üstünlük vesilesi olacak her türlü hazırlıktır. Âyet, daha sonra, Kur’ân’ın indiği ortamda en önemli savaş vasıtalarından olan at yetiştirmeyi misal vermektedir.
61 – Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven. Çünkü Allah semîdir, alîmdir (her şeyi hakkıyla işitir ve bilir). [4,90; 47,35]
62-63 – Eğer birtakım hilelerle seni aldatmak isterlerse, hiç endişe etme. Allah sana yeter.
O’dur ki seni yardımıyla ve bir de müminlerle destekledi.
Müminlerin kalplerini birbirine ısındırıp bir araya getirdi.
Şayet sen dünyada bulunan her şeyi sarf etseydin bile yine de onların kalplerini birleştiremezdin, fakat Allah onları birleştirdi. Çünkü O azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [3, 103]
Bu âyet-i kerime, aralarında düşmanlık olan, birbirlerinin kanlarını akıtan çeşitli kabilelerin, İslâm sayesinde kaynaşmalarına işaret etmektedir. Allah’ın bu lütfunun en bariz örneklerinden biri, 120 yıl öncesinden beri sürekli olarak birbirini kırıp geçiren, hatta âyetin inişinden daha birkaç sene önce Buâs savaşını yapan Evs ve Hazrec kabilelerinin birbirleriyle kardeş haline gelmesidir.
64 – Ey Peygamber! Allah sana ve sana tabi olan müminlere yeter.
65 – Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et.
Eğer sizden tam sabırlı yirmi kişi olursa, iki yüz kişiye galip gelir
ve eğer siz müminlerden yüz kişi olursa, kâfirlerden bin kişiyi mağlup eder;
çünkü o kâfirler gerçeği ve âkıbeti anlamayan bir güruhtur.
66 – Ama şimdi Allah yükünüzü hafifletti, çünkü sizde savaşma konusunda bir zayıflık olduğunu müşahede etti.
O halde sizden sabırlı yüz kişi, Allah’ın izniyle onlardan iki yüz kâfire üstün gelir
ve eğer sizden bin kişi olursa, onlardan iki bin kişiye galip gelir.
Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.
67 – Bir Peygamberin, dünyada zafer kazanıp küfrü zelil kılmadıkça,
esirler edinip onları fidye karşılığında serbest bırakması uygun düşmez.
Siz dünya metâını istiyorsunuz. Allah ise âhireti kazanmanızı istiyor.
Allah azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [47,4]
Âyetin ikinci cümlesindeki “Siz dünya metâını istiyorsunuz” hitabı, ashab-ı kiramadır.
Bedir gazvesine kadar ganimet, peygamberler için helâl değildi. Hz. Peygamber (a.s.) ashabı ile yaptığı istişare sonucunda onların ekserisinin görüşüne uyarak ve müsamaha tarafını tercih ederek, fidye almak suretiyle esirleri salıverdi. Öldürülmelerini bekleyen o esirlere fidye ile canlarını kurtarma teklifi büyük bir iyilik idi. Ayrıca Medine’de okuma yazma oranı çok düşüktü. Müslümanların öğrenime herkesten çok ihtiyaçları vardı. Yazı bilen esirlerin herbirinin on müslümana öğretmesi, hem müslümanlar için hem de esirler için güzel bir netice doğurdu. Aslında Peygamberimizin bu içtihadında isabetsizlik yoktu. O içtihadında güzele ulaşmıştı. Ama Allah Teala o en güzel kuluna güzeli değil, evlayı (en güzeli) yakıştırdığı için onu ikaz buyurdu. Bu âyet-i kerime, önce içtihadında evlayı bulamadığına işaret ettikten sonra, Hz. Peygamberin yüce makamını belirtmek üzere, bundan böyle onun bu içtihadını esas kural haline getirmiştir.
Bu âyet, Bedir gazvesinde alınan esirlerden fidye alınıp salıverilmelerinden sonra indirildi. Âyet-i kerime yapılan işin isabetsiz olduğunu bildirerek başlıyor. Hemen arkasından 69. âyet o uygulamayı kabul edip, bundan dolayı gönülleri ferahlatarak şüpheye yer bırakmıyor. Hatta isabetsiz olduğu bildirilen bu uygulama, bundan böyle, benzeri durumlarda bir kural haline getiriliyor. Kur’ân Hz. Peygamber (a.s.)’ın sözü olsaydı, bu sözün baş tarafını söyleyen biri olarak, sonunu da söylemesi tasavvur edilemezdi. Zira aynı anda iki zıt rûhî durum mümkün değildir. İkinci ruh hâli galip geldiği takdirde, zaten hatalı olan öncekini silmiş olması gerekirdi. Artık kendisini küçük düşürecek olan o isabetsizliği zikretmezdi. Psikoloji bilginleri, burada iki ayrı şahsiyet bulunduğunu ve sözün şöyle diyen bir hâkim’e ait olduğunu söylerler: “Yaptığın iş pek doğru değil, bununla beraber seni affettim, bu hususta sana izin verdim, artık böyle yapabilirsin.”
68 – Eğer (içtihad neticesi verilen hükümlerden ötürü azap etmeyeceğine veya ganimetleri helâl kılacağına dair) Allah’ın Levh-i Mahfuzda yazdığı daha önceki bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size büyük bir azap dokunurdu.
69 – (Ama bundan böyle fidyeyi ve ganimeti size mübah kıldım) artık aldığınız ganimetleri helâl ve hoş olarak yeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Gerçekten Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
70 – Ey Peygamber! Ellerinizdeki esirlere de ki:
“Eğer Allah sizin kalplerinizde hayır yani iyi niyet, iman ve ihlâs istidadı bulursa,
sizden alınan fidyelerden daha hayırlısını size verir ve günahlarınızı bağışlar.
Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, Bedir savaşında esir edilmiş, hürriyetine kavuşmak için hem kendisinin, hem de yeğenleri Akîl ile Nevfel’in fidyelerini vermesi istenmişti. O da imkânı olmadığını ifade etmişti. Oysa Mekke ordusunun iaşesini üstüne alan Kureyşli on zenginden biri idi ve harcama sırası kendisine gelmeden savaş sonuçlanmıştı. Peygamberimiz bu maksatla harcayacağı parayı kendisine bırakmayacağını ifade etti. O: “Geri kalan ömrüm boyunca Kureyşin eline mi bakayım?” diye acındırmak isteyince Peygamberimiz: “Savaşa çıkarken hanımın Ümmü’l-Fadl’a teslim ettiğin altınlar var.” deyince hiç kimsenin bilmediği bu olay karşısında mûcizeyi görmüş ve Peygamberimizin risaletini içinden kabul etmişti.
Sonra serveti iyice artmış olan Hz. Abbas (r.a) şöyle demiştir: “Allah’ın, alınandan daha fazlasını verme vaadi gerçekleşti. Umarım affı da gerçekleşir.”
71 – Eğer sana hıyanet etmek isterlerse unutmasınlar ki
daha önce de onlar Allah’a hıyanet etmişlerdi de, Allah onlara karşı sana imkân ve kudret vermişti,
onları senin eline düşürmüştü. Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
72 – İman edip Allah yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım eden Ensar var ya,
işte bunlar birbirlerinin velileridir (malda da birbirlerinin vârisidirler).
İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret etmedikçe, sizin için mirasta onlara hiçbir velayet yoktur.
Bununla beraber eğer din hususunda sizden yardım isterlerse
sizinle aralarında sözleşme bulunan bir topluluk aleyhine olmamak şartıyla,
onlara yardım etmeniz gerekir. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. [9,100-117; 59,8-9]
Müminlerin Medine’ye 622’de hicret etmelerinin hemen akabinde, Muhacirlerle Ensar arasında Hz. Peygamber (a.s.) kardeşleştirme (muahat) gerçekleştirmişti. Birbirlerine vâris oluyorlardı. Bazı tefsirlere göre, daha sonra indirilen 75. âyet bu kardeşliğin, mirasla ilgili hükümlerini kaldırarak bundan böyle müminler arasında mirasın, yalnız akrabalar arasında geçerli olacağını bildirmektedir.
73 – Dini inkâr edenler birbirlerine sahip çıkarlar. Eğer siz birbirinize yardımcı olmazsanız,
dünyada fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya çıkar.
74 – İman edip hicret edenler, Allah yolunda cihad edenlerle onlara kucak açıp yardım eden Ensar var ya,
İşte gerçek müminler bunlardır.
Bunlara bir mağfiret, pek değerli bir nasip vardır.
75 – Bunlardan sonra iman edip hicret edenler, sizinle beraber cihad edenler var ya, işte onlar da sizdendir.
Allah’ın hükmüne göre, akrabalık yönünden yakınlıkları olanlar, birbirlerine vâris olmaya daha lâyıktırlar. Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla bilir. [9,100; 33,6; 59,10]