6. 457 dəfə oxunub ,   0 şərh   Çap et

Mekke döneminin sonlarında nâzil olan bu sûre 111 âyettir. Adını, sûrenin nerede ise esas konusu olan Yusuf (a.s.)’ın kıssasından alır. Aslında Hz. Yusuf (a.s.)’ın kıssası bir çerçeve olup, bu vesile ile çok sayıda dinî prensip zihinlere yerleştirilir. Bu sûrenin, Hz. Peygamber (a.s.)’ın, dünyadaki en büyük iki desteğini, yani hanımı Hz. Hatice (r.a) ile amcası Ebû Talib’i kaybedip büyük bir üzüntü içine girdiği bir dönemde gelmesi, ona tam bir teselli olmuştur. Diğer peygamber kıssaları, siyak münasebetiyle, değişik üsluplarla, farklı sûrelerde ele alındıkları halde, Yusuf kıssası yalnız bu sûrede, ama Kur’ân’ın en tafsilatlı kıssası olarak zikredilmiştir. Kıssa, bizi dünyada elimizden tutarak âhiret ebedîliğine götürdükten sonra hatimesinde tekrar dünyaya döndürür, tevhid ve tebliğde metod dersi vererek sona erer.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1 – Elif, Lâm, Râ. Bunlar, hakkı açıklayan, Hak’tan geldiği âşikâr olan kitabın âyetleridir.

2 – Düşünüp mânasını anlamanız için Biz, onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.

Arapça olmasından maksat, Kur’ân’ın nâzil olduğu çevrenin dili olarak, arap toplumunun bahanelerini ortadan kaldırmaktı. Elbette ilahî mesaj, insanların konuştukları dillerden biri ile gelme durumunda idi. Evrensel de olsa her hareketin mutlaka ilk çekirdeğinin bir yerde oluşturulması gerekir. Bu âyet, Kur’ân adının ancak Arapça olan aslî şekline denilip, onun tercümelerinin Kur’ân olmasına imkân ve ihtimal bulunmadığına kesin bir delildir.

3 – Biz, bu Kur’ân’ı sana vahyetmekle, geçmiş ümmetlerin birtakım haberlerini en güzel şekilde beyan ediyoruz. Şu bir gerçek ki daha önce senin bundan hiç haberin yoktu.

4 – Bir zaman Yusuf babasına, “Babacığım!” dedi. “Ben rüyamda on bir yıldızın, Güneş ve Ay’ın bana secde ettiklerini gördüm.”

5 – “Evladım!” dedi babası, “sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma!

Sonra seni kıskandıklarından sana tuzak kurarlar.

Çünkü şeytan, insanın besbelli düşmanıdır.”

6 – “Rabbin seni öylece seçecek, sana rüya tabirini öğretecek,

ve daha önce büyük babaların İbrâhim ile İshak’a olan nimetini tamamına erdirdiği gibi, sana ve Yâkub ailesine de nimetini kemale erdirecektir. Çünkü Rabbin her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”

Bu tabir, rüya tabirinden başka sezgi, basiret ve konuların gerçek mahiyetini kavramayı da içine almaktadır.

7 – Gerçekten, Yusuf ile kardeşlerinin kıssalarında, sorup ilgilenenlerin alacakları nice ibretler vardır.

Mevcut Tevrat’a göre Yusuf’un rüyayı anlatması üzerine babası Yâkub (a.s.) kızıp onu azarlamıştır (Tk, 37,10).

8-9 – Hani onlar, (aralarında şöyle konuşmuşlardı): “Yusuf ile öz kardeşi, babamıza daha sevimli geliyor.

Oysa biz daha güçlü bir grubuz.

Pek belli ki babamız bu işte yanılıyor.

Yusuf’u öldürün yahut onu uzak bir yere atın ki babanızın sevgi ve teveccühü yalnız size kalsın!

Ondan sonra da tövbe ederek salih kimseler olursunuz,

babanızla münasebetleriniz düzelir, işiniz yoluna girer.”

Bu sözleriyle onun, anne baba bir kardeşi Bünyamin’i kasdediyorlardı. Bünyamin dünyaya gelirken annesi ölmüş olduğundan, babaları onlara daha fazla şefkat duyardı. Diğerleri ise Yusuf’un baba tarafından kardeşleri idi.

10 – İçlerinden biri: “Yusuf’u öldürmeyin de bir kuyu dibine bırakın.

Yolcu kafilelerinden biri onu yitik olarak alıp götürsün. Eğer yapacaksanız böyle yapın!” dedi.

11-12 – (Onlar buna karar verdikten sonra bir gün babalarına varıp:)

“Sevgili Babamız! dediler, sen neden güvenip de Yusuf’u bize emanet etmiyorsun?

Oysa biz onu çok seviyoruz. Ona samimiyetle bağlıyız.”

“Yarın onu bizimle gönder, gezsin oynasın, biz ona çok iyi sahip çıkarız.”

13 – Babaları: “Onu götürmeniz beni meraklandırır.

Korkarım ki siz farkında olmadan, onu kurt yer.” dedi.

14 – Onlar! “Vallahi!” dediler, “Biz böylesine güçlü bir grup iken onu kurt kapar da yerse, yazıklar olsun bize!”

15 – Derken kardeşleri onu alıp götürünce

ve onu kuyunun dibine bırakma konusunda görüş birliğine varınca,

Biz de Yusuf’a şöyle vahyettik: “Zamanı gelecek, onların hiç hatırlarına gelmediği ve seni hiç tanımadıkları bir sırada, kendilerine yaptıkları bu işi hatırlatacaksın.”

16-17 – Yatsı vakti, ağlayarak babalarının yanına dönüp dediler ki:

“Sevgili babamız, biz yarışmak üzere bulunduğumuz yerden ayrılırken Yusuf’u da eşyalarımızın yanında bıraktık.

Bir de döndük ki onu kurt yemiş!

Şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanmayacaksın!”

18 – Onlar Yusuf’un gömleğine sahte kan bulaştırarak getirmişlerdi.

Babaları Yâkub: “Hayır!” dedi, nefisleriniz sizi aldatmış, bu işe sevk etmiş.”

Artık bana düşen, ümitvar olarak güzelce sabretmektir.

Ne diyeyim, sizin bu anlattıklarınız karşısında, Allah’tan başka yardım edebilecek hiç kimse olamaz!”

Sabrun Cemil: Feryatsız, şikâyetsiz, soğukkanlı ve mütevekkil bir şekilde belayı karşılamak demektir. Mevcut Tevrat metni, Hz. Yâkub (a.s.)’ın tepkisini ve yas tutmasını, bir Peygamber teslimiyetine yaraşmayacak tarzda tasvir eder.

19 – (Gelelim Yusuf’a) Öteden bir kafile gelmiş, sucularını kuyuya göndermişlerdi.

Saka vardı, kovasını sarkıttı.

“A müjde! müjde! işte bir civan!” dedi.

Sucu ile yanındakiler, onu ticaret malı olarak satmak niyetiyle, kafilede olanlara onu bildirmeyip gizlediler.

Ama Allah Teâlâ, onların ne yapacaklarını pek iyi biliyordu!

20 – Nihayet Mısır’a varınca, onu düşük bir fiyata, birkaç paraya sattılar.

Zaten ona pek kıymet biçmiyorlardı.

21 – Mısır’da Yusuf’u satın alan vezir, hanımına:

“Ona güzel bak!” dedi,

“Belki bize faydası dokunur, yahut onu evlat ediniriz!”

Böylece Yusuf’un o ülkede yerini sağlamlaştırdık, ona imkân verdik

ve bu cümleden olarak, ona rüyaların yorumunu öğrettik.

Allah Teâlâ iradesini yerine getirmekte her zaman mutlak galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

Tevrat ve Talmud’a göre onu satın alan, kıraliyet muhafız alay komutanı idi. Hanımının adı Talmud’a göre Zeliha idi. İleride Hz. Yusuf ile evlenmesi şeklindeki bilginin, ne Kur’ân’da, ne İsrail rivayetlerinde esası yoktur ve bir peygamberin, fuhşa teşebbüs eden biri ile evlenmesi düşünülemez.

Yusuf’un aileden gelen eğitim ve dindarlığı olmakla birlikte ilahî hikmet, medeniyetin en ileri olduğu bir ülkede, en seçkin bir ailenin evladı olarak, ona iyi bir öğrenim imkânı verdi.

22 – O kemâl çağına geldiğinde kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte güzel iş yapanlara biz böyle karşılık veririz.

Kemâl çağı diye çevirdiğimiz “Bedenin gelişmesinin kemâle erip durulduğu 30-40 yaşlarıdır.

“Hikmet” yani “uygulanan ilim” yahut “insanlar arasında hükmetme yetkisi”, “ilim” ise burada nübüvvet demektir.

23 – Derken, bulunduğu evin hanımı, Yusuf’a sahip olmak istedi

ve kapıları kapatarak “Haydi yaklaş bana!” dedi.

O: “Allah’a sığınırım!” dedi. “Doğrusu, senin kocan olan benim efendim’in çok iyiliğini gördüm.

Hıyanet ederek zalim olanlar iflah olmazlar.”

24 – Doğrusu, hanım ona sahip olmayı iyice aklına koymuş ve buna yeltenmişti de.

Eğer Rabbinin bürhanını görmeseydi o da kadına meyledecekti.

İşte böylece Biz fenalığı ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için bürhanımızı gösterdik. Çünkü o, Bizim tam ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.

Bürhan: Allah Teala’nın peygamberlerini, günahlardan uzak tutan ilahî korumasıdır. Hz. Yusuf (a.s) zinanın çirkin bir davranış olduğunu biliyordu. Fakat o sırada ilahî ismet kendisine yetişip bu davranışın iğrençliğini gözle görülecek derecede (aynel yakin) gösterdiğinden, ayet-i kerime bunu reâ fiiliyle beyan buyurmuştur (Âlusî).

25 – Derken, ikisi de kapıya doğru koşuştular. Kadın, Yusuf’un gömleğini arkadan yırttı. (Tam bu sırada) kapıda kadının kocasıyla karşılaştılar!

Kadın hemen “Senin ailene kötü maksatla yaklaşanın cezası, zindana atılmaktan

veya gayet acı bir azaptan başka ne olabilir?” dedi.

Yusuf sûresindeki emarelerden anlaşılıyor ki, o devirde Mısır’daki medenî hayat, cinsel özgürlük, yirminci asır Batı tipi toplumlarında görülen duruma benziyordu. Yusuf (a.s.) böyle bir toplumda çalışacaktı. Allah Teâlâ onu daha ilk safhada, çok soylu, güzel, zengin, mevki sahibi ve kendisine aşık olmuş bir kadınla denedi. Bütün bu cazibeler, onu kadına celbetmeyince artık diğer kadınların ondan tamamen ümitlerini kesmeleri sağlandı.

26-27 – Yusuf ise: “Asıl o bana sahip olmak istedi.” dedi. Hanımın akrabalarından biri de şöyle şahitlik etti: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, delikanlı ise yalancının tekidir.

Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmışsa o yalan söylemiştir, delikanlı doğru söylemektedir.”

28-29 – Gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce (kocası, eşine:)

“Anlaşıldı!” dedi. “Bu, siz kadınların oyunlarınızdan biri! Gerçekten sizin fendiniz pek müthiştir!

Yusuf! Sakın bunu kimseye söyleme!

Kadın! Sen de günahından dolayı af dile, çünkü sen günaha girenlerden oldun.”

Tekvin, 39. bölüme göre Yusuf (a.s.) elbisesini Zeliha’nın yanında bırakıp çıplak vaziyette kaçmıştır. Keza Talmud’a göre vezir, mahkemede dâva açmıştır. Gerçeğe uymayan bu bilgiler Kur’ân’da yer almaz. Böyle birçok ayrıntıya Kur’ân’ın yer vermeyişi şu gerçeği ortaya koyması yönünden önemlidir: Kur’ân daha önceki dinî metinler üzerinde bir hakem ve düzeltici durumdadır. Hâşâ Kur’ân bunları nakletseydi, oradaki bilgilere elbette yer verirdi. Şu halde birçok oryantalistin Kur’ân’ın Tevrat’tan naklettiği şeklindeki iddiaları, tamamen batıldır.

30 – Şehirde birtakım kadınlar: “Duydunuz mu?” dediler:

“Vezirin hanımı uşağına gönlünü kaptırmış, ondan kâm almak istemiş!

Sevda ateşi bağrını yakmış. Kadın besbelli çıldırmış!”

31 – Hanım o kadınların kendisi aleyhindeki bu dedikodularını işitince onları konağına dâvet etmek üzere dâvetçi gönderdi.

Onlar için mükellef bir sofra hazırlattı. Sofrada, ikram edilen meyveleri soysunlar diye, her misafir için bir de bıçak koydurmuştu.

Onlar meyvelerini soyup kesmekle meşgul oldukları sırada, beriden de Yusuf’a:

“Çık şimdi onların karşısına!” dedi. Kadınlar onu görünce hayran kaldılar,

onun güzelliğine dalıp gittiklerinden, farkında olmadan kendi ellerini kestiler

ve: “Hâşâ! Allah için bu bir insan olamaz! Bu sadece yüce bir melek! Başka bir şey olamaz!” dediler.

32 – Vezirin hanımı: “İşte, beni kınamanıza sebep olan genç!

Yemin ederim ki ben ondan kâm almak istedim, ama o iffetli davrandı.

Yine yemin ederim ki kendisine emredeceğim işi yapmaması halinde o mutlaka zindana atılacak, zelil ve perişan olacaktır!”

33 – “Ya Rabbî!” dedi, “Zindan, bu kadınların beni dâvet ettikleri o işten daha iyidir.

Eğer sen onların fendini benden uzaklaştırmazsan, onlara meyledip cahilce davrananlardan olabilirim.”

34 – Rabbi onun duasını kabul buyurdu ve onu kadınların fendinden korudu.

Çünkü O, dua edenlerin dualarını işitir, durumlarına uygun olan şeyleri bilir.

35 – Sonra, vezir ve arkadaşları bunca kesin deliller görmelerine rağmen,

dedikoduları kesmek gayesiyle, bir müddet için onu hapse atmayı uygun buldular.

36 – Hapishaneye onunla beraber iki genç de girmişti. Onlardan biri:

“Ben rüyamda, kendimi şarap yapmak için üzüm sıkarken gördüm.”

Öbürü de: “Ben de başımın üstünde ekmek taşıdığımı ve bu ekmeği kuşların gagaladığını gördüm.

Ne olur, bu rüyamızın tabirini bildir, doğrusu biz seni iyi insanlardan biri olarak görüyoruz.” dediler.

Baskılar ve tuzaklarla hakikati örtbas etmeye çalışanlar, uzun vâdede asla başarılı olamazlar. Kuyu dibine de atılsa, köleleştirilse, zindana da atılsa gerçek, güneş gibi kendisini gösterir. İşte Hz. Yusuf (a.s.) bu sefer hapishaneyi dershane haline getirerek, kıyamete kadar gelecek tebliğ ve hizmet insanlarına da üstad olup, Medrese-i Yusufiyeleri başlatıyor. “Hapishane müdürü, bütün mahkûmları Yusuf’un emrine verdi, kendisi de bir köşeye çekilip rahatına baktı.” (Tekvin, 39,22-23).

37-38 – Yusuf: “Yiyeceğiniz yemek size henüz gelmeden, her birinizin rüyasının tabirini size bildirmiş olurum. Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir.

Ama, önce biraz beni dinleyin: Ben Allah’a iman etmeyen,

âhireti de inkâr eden bir halkın dinini bir tarafa atıp,

atalarım İbrâhim, İshak ve Yâkub’un dinine tabi oldum. Allah’a herhangi bir şeyi şerik saymak bizim için asla doğru olmaz.

Bu tevhid inancı, Allah’ın hem bize, hem de insanlara olan ihsanıdır.

Ama ne yazık ki insanların çoğu bu nimete şükretmezler.”

39 – “Ey hapishane arkadaşlarım, bir düşünün, sizin için müteaddit rablere ibadet etmek mi,

yoksa tek mutlak hakim olan Allah’a ibadet etmek mi iyidir?

40 – Sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz tanrılar, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım boş isimlerden ibarettir. Allah onların tanrı olduklarına dair hiçbir delil indirmemiştir.

Hüküm yetkisi yalnız Allah’ındır. O ise, başkasına değil, yalnız Kendisine ibadet etmemizi emir buyurmuştur.

İşte dosdoğru din! Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”

Hz. Yusuf (a.s.)’ın esas hizmeti olan bu nübüvvet tebligatı da ne Tekvin, ne de Talmud’da yer almaz. Bu hitabe ve Hz. Yusuf’un güzel tutumu, din hizmetinde olan insanlar için örneklerle doludur.

41 – (Ey hapis arkadaşlarım, gelelim rüyalarınızın tabirine:)

Sizden biriniz, efendisine yine şarap sunacak, öbürü ise asılacak, kuşlar da başını gagalayacak.

İşte yorumunu istediğiniz iş, böylece halledilip sonuçlandırılmıştır.”

42 – Onlardan kurtulacağını anladığı arkadaşına:

“Efendine benden bahset, suçsuz olduğumu hatırlat!” dedi.

Fakat şeytan, efendisine söylemeyi ona unutturdu. Böylece Yusuf birkaç yıl daha hapishanede kaldı.

Hapishanede 8 yıl kaldığı anlaşılmaktadır.

43 – (Günün birinde) hükümdar gördüğü bir rüyayı anlatıp dedi ki:

“Ben yedi semiz inek gördüm, bunları yedi zayıf inek yiyordu. Bir de yedi yeşil başak ile yedi kuru başak gördüm. Ey efendiler: “Siz rüya tabir ediyorsanız, benim bu rüyamı da halledin!” [7,60]

Bu hükümdar, Sina yarımadasından gelerek Mısır’ı istila ettikten sonra M.Ö. 1700 – 1580 arasında hüküm süren Hiksos krallarından biri olup İbranî kavminden olan Hz. Yusuf ile menşe yakınlığı olabilir. Onun Yusuf hanedanına imkân vermesi, Mısır’da İsrail milletinin oluşumuna esas teşkil etmiş olabilir. Hiksos döneminin kapanmasından sonra Hz. Mûsâ’nın dünyaya geldiği sırada Mısır’ın yerlileri, dışarıdan gelecek tehlikeyle işbirliği yapabilecekleri endişesiyle İbranilerin erkek çocuklarını öldürüyorlardı.

44 – O kâhinler “Bu gördükleriniz karışık düşlerdir. Biz böyle karışık düşlerin yorumunu bilemeyiz.” dediler.

Âlimlerimiz rüyaları üçe ayırırlar.

1. Allah tarafından bir melek aracılığı ile meydana gelen kısım ki doğru, gerçek rüya budur. 2. İnsanın benliğinden kaynaklanan bir telkin. 3. Şeytanî bir telkin ile meydana gelen zihinsel görüntüdür. Son iki grup adgas-u ahlam (karışık düşler) dir.

45 – O iki arkadaştan kurtulanı, aradan geçen bunca zamandan sonra, işte ancak o sırada, Yusuf’u hatırlayıp dedi ki “Rüyanın tabirini size ben bildireceğim. Hele siz beni hapishaneye bir gönderiverin!”

46 – Hapishaneye gidip: “Yusuf! Sözü doğru ve isabetli olan aziz dostum!

Şu müşkil rüya hakkında bize bir çözüm bildir lütfen:

“Yedi semiz ineği yiyen yedi zayıf inek ile yedi yeşil başak ile yedi kuru başağın anlamı ne olabilir?

Ümid ederim ki isabetli yorumunu öğrenip ilgili insanlara aktarırım, böylece onlar da doğruyu öğrenir ve senin kıymetini bilirler.”

47 – Yusuf: “Yedi sene, bildiğiniz şekilde ekin ekersiniz. Ama biçtiğinizi, yiyeceğiniz az miktar dışında, başağında bırakır, depolarsınız.

48-49 – Sonra, bunun peşinden yedi kurak yıl gelecek, tohumluk olarak saklayacağınız az bir miktar dışında, önce biriktirdiklerinizi yiyip tüketirsiniz.

Sonra onun arkasından bir yıl gelecek ki halk bol yağmura kavuşacak, sıkıntıdan kurtulacak, bol meyve sıkıp, hayvanları sağacaklar.”

50 – Bunu duyan Hükümdar: “Onu bana getirin!” dedi.

Hükümdarın elçisi gelince Yusuf: “Sen önce dönüp efendine de ki:

“O ellerini kesen kadınların meselesi neydi, kendisine soruver.”

Zaten benim efendim, o kadınların fendini pek iyi bilir.”

İsrail kaynakları kıssanın bu bölümünde de; Kur’ân’dan farklı ayrıntılar ve Hz. Yusuf’un değerini düşürecek taraflar naklederler. Oysa Kur’ân’ın anlatımı, onun bir Peygamberden beklenen örnek tutumunu özetler. Onun bu davranışlarıdır ki kralı, onu Maliye bakanı (hatta Başbakan) olarak görevlendirmeye sevk etmiştir.

51 – Hükümdar o kadınları toplayıp: “Ne idi sizin Yusuf’la dâvanız?” Siz Yusuf’u elde etmeye çalıştığınızda durum ne idi, Yusuf nasıl davrandı?” diye sordu. Onlar da: “Hâşa! Allah için söylemek gerekirse, onun yaptığı hiç bir kötülük bilmiş, görmüş değiliz.” dediler.

İşte o sırada vezirin eşi: “Şimdi gerçek meydana çıktı. Ondan kâm almak isteyen bendim. O ise tam sadık ve dürüst insanlardandır.” diye itiraf etti.

52-53 – Ve devamla şöyle dedi: Bunu böylece söylüyorum ki eşim vezir de (Yusuf’a sahib olmaya yeltenmemle beraber) kendisinden gizli olarak ona (fiilen) hiyanet etmediğimi ve Allah’ın hainlerin hilesini iflah etmeyeceğini bilsin. Doğrusu, ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevk eder. Doğrusu Rabbim gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).”

Bu âyetler için şu tefsir daha yaygındır: “(Yusuf dedi ki:) Maksadım, vezire hainlik etmediğimi, hainlerin hilelerini Allah’ın iflah etmeyeceğini onun da bilmesini sağlamaktı. Ben nefsimi temize çıkarmam (…)”. Fakat ilk tefsir, Hz. Yusuf (a.s.)’ın makamına ve Kur’ân’ın siyakına daha uygundur (İbn Kesir). Zira kail, yani sözü söyleyen açıkça bildirilmiyor. Bu da vezirin eşinin sözünün devam ettiğini gösterir.

54 – Hükümdâr: “Onu yanıma getirin, özel danışman edineyim!” dedi.

Onunla konuştuktan sonra da: “Sen artık bundan böyle, nezdimizde yüksek bir makam sahibi,

tam itimad edilen bir müsteşarsın!” dedi.

Bu Hükümdar, Yusuf (a.s.)’ı satın alan aziz değildir. Muhtemelen, Mısırlıların Hiksoslar dedikleri, Arabistan’dan gelerek dört yüz yıl Mısır’da hüküm süren sülaleden faziletli bir zat idi.

55 – Yusuf: “Beni ülkenin hazine işlerinden sorumlu bakan olarak görevlendir, dedi. Çünkü ben malları iyi korur, işletme ve yönetimi iyi bilirim” dedi.

Hz. Yusuf tarıma önem verdi. Üretimi artırdı. İhtiyaç fazlasını ambarlara doldurttu. Kıtlık yılları gelince ambardan yiyip ihraç etmeye bile gittiler. Civardan herkes tayinat almaya geldi.

56 – Böylece Biz Yusuf’a Mısır’da iktidar verdik. Dilediği yerde konaklayabilir, orayı dilediği şekilde yönetirdi.

Biz lütfumuzu dilediğimiz kimselere eriştirir ve güzel hareket edenlerin ücretlerini asla zayi etmeyiz.

57 – Âhiretteki ücret ve ödül, iman edip haramlardan sakınanlar için elbette daha hayırlıdır. [38,39-40]

58 – Gün geldi, Yusuf’un kardeşleri Mısır’a gelip onun huzuruna çıktılar. O onları tanıdı, ama öbürleri onu tanıyamadılar.

59-60 – Yusuf onların zahîre yüklerini hazırlatınca dedi ki: “Siz, baba bir kardeşinizi de yanıma getirin,

gördüğünüz gibi ben size tam ölçek veriyorum ve ben dışardan gelen misafirleri ağırlamaya, başka herkesten fazla özen göstermekteyim.

Eğer onu getirmezseniz, o zaman, ne bir ölçek olsun zahire bekleyin, ne de yanıma yaklaşın!”

Gelmeyen kardeşlerini istemesi şundan idi: Kıtlık sebebiyle zahire karneye bağlanmıştı, almak için şahsın bulunması gerekiyordu. Diğerleri, baba ve kardeşler için birer hisse isteyince, Hz. Yusuf, bu seferlik verip, yaşlı babayı mâzur sayarak, gelecek defa, o kontenjanı almak için, herkes gibi öbür kardeşin de gelmesinin şart olduğunu bildirmiş olmaktadır.

61 – Onlar: “Bakalım, babasından ona izin almanın bir yolunu bulup bu işi ayarlamaya çalışacağız.” dediler.

62 – Yusuf, zahîre tartan görevlilerine de dedi ki:

“Onların, zahîre karşılığında verdikleri mallarını da yüklerinin içine koyun!

Böylece belki ailelerine döndüklerinde, bunun farkına varıp yine gelirler.”

63 – Babalarının yanına dönünce: “Sevgili babamız, dediler, ölçeğimiz, tahsisatımız kaldırıldı!

Gelecek sefer, öbür kardeşimizi de bizimle beraber gönder ki onu vesile ederek, daha çok tahsisat alalım.

Onu gözümüz gibi koruyacağımıza kesin söz veriyoruz.!”

64 – Yâkub dedi ki: “Daha önce onun kardeşini size emanet ettiğim gibi bunu da size inanıp emânet edeyim, öyle mi?

Ben size değil sadece Allah’a ısmarlarım.

Çünkü en iyi koruyan Allah’tır ve O, merhametlilerin en merhametlisidir.” [11,57]

65 – Yüklerini açınca da, zahîre bedellerinin yükleri içine geri konulduğunu gördüler ve:

“Baba, baba! dediler, daha ne istiyoruz, işte verdiğimiz zahîre bedellerimiz de bize geri verilmiş!

Gidelim, yine evimize erzak getiririz, kardeşimizi de koruruz, hem bir deve yükü de fazla alırız.

Çünkü bu sefer aldığımız, az bir ölçektir (ihtiyacımıza yetmez)”

66 – Yâkub şöyle cevap verdi: “Siz kendiniz helâk olmadıkça,

onu bana getireceğinize dair

Allah’ın huzurunda sağlam bir söz vermeden, ben asla onu sizinle göndermem!”

Onlar kendisine kesin söz verince de dedi ki:

“Allah Teâlâ da bu söylediklerimize şahittir, gözeticidir.”

67 – Ve “Evlatlarım!” diye ilave etti:

“Şehre aynı kapıdan değil de, ayrı ayrı kapılardan girin.

Gerçi ben ne yapsam, Allah’tan gelecek takdiri önleyemem.

Zira hüküm yetkisi, yalnız Allah’ındır.

Onun içindir ki ben ancak O’na dayanır, O’na güvenirim.

Tevekkül edenler de yalnız O’na dayanıp güvenmelidirler.”

O zamanki yönetimin kalabalık yabancı gruplara kuşku ile bakması sebebiyle böyle bir tedbir düşünmüş olabilir.

68 – Babalarının kendilerine emrettiği şekilde ayrı ayrı kapılardan girerek onun emrini yerine getirdiler.

Ama bu tedbir, Allah’ın kendileri hakkındaki takdiri karşısında hiç bir fayda sağlamadı.

Sadece Yâkub’un içindeki bir dileği açığa çıkarmış oldu.

O, kendisine Biz öğrettiğimizden ötürü ilim sahibi idi. (Bunun içindir ki “Allah’tan gelecek takdiri önleyemem.” demişti.) Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.

69 – Onlar Yusuf’un huzuruna girince, öz kardeşini yanına çekti ve: “İyi bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme!” dedi.

70 – Onların yüklerini hazırlatırken, su kabını, öz kardeşinin yükünün içine koydurdu.

Kervan hareket edince de Yusuf’un görevlilerinden biri: “Ey kafile! Durun, siz hırsızlık yapmışsınız!” diye nida etti.

71 – Onlar geri dönüp geldiler ve: “Mesele nedir, ne kaybettiniz ki, bizi suçluyorsunuz?” dediler.

72 – Görevlilerden biri: “Hükümdarın su kabını kaybettik. Onu getirene bir deve yükü ödül var. Buna ben kefilim.” dedi.

73 – “Allah’a yemin olsun ki, biz ülkede fesat çıkarmak, nizamı bozmak için gelmedik, siz de bunu biliyorsunuz. Hele hırsız, hiç değiliz!” dediler.

74 – Görevliler: “Peki, yalancı çıkarsanız, cezası ne?” dediler.

75 – “Cezası, dediler, kimin yükünde çıkarsa, işte o onun cezasıdır (yani çalması sebebiyle kendisi rehin ve mahkûm olur).”

Biz zalimleri böyle cezalandırırız!”

Hz. İbrâhim (a.s.)’ın şeriatına göre suçu sabit olan hırsız, eşya veya parasını çaldığı adamın kölesi yapılırdı.

76 – Yusuf, öz kardeşinin yükünden önce, öbürlerinin yüklerini aratmaya başladı.

Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkarttı.

İşte Biz Yusuf’a, kardeşini alıkoyması için böyle bir plân öğrettik.

Yoksa, Allah dilemedikçe Hükümdarın kanununa göre, kardeşini alması uygun olmazdı.

Biz dilediğimiz kimseleri pek üstün derecelere yükseltiriz.

Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen bulunur. [58, 11]

77 – Onlar: “Eğer o çalmışsa, zaten daha önce onun kardeşi de hırsızlık etmişti.” dediler.

Yusuf bu sözden duyduğu üzüntüyü içine attı ve onlara belli etmedi.

İçinden de dedi ki: “Asıl kötü durumda olan sizsiniz. İleri sürdüğünüz iddiaların gerçek yönünü Allah pek iyi biliyor ya, o yeter!”

78 – Yusuf’un kardeşini alıkoyması karşısında, onlar şöyle dediler:

“Aziz vezir! Onun pîr-i fanî bir babası var (Bu küçük evladını kaybetmeye dayanamaz),

onun yerine bizden istediğini alıkoy!

Gerçekten seni anlayış gösteren, iyilik sever insanlardan olarak görüyoruz!”

79 – Yusuf: “Biz malımızı kimin yanında bulmuşsak ancak onu alıkoyarız.

Başkasını tutmaktan Allah’a sığınırım.

Çünkü biz öyle yaparsak zalimler arasına girmiş oluruz!”

80 – Vakta ki Yusuf’un onu vermesinden ümitlerini kestiler. Bir yana çekilip aralarında fısıldaşarak şöyle konuşmaya başladılar. Ağabeyleri dedi ki:

“Allah’ı şahit tutarak babanıza kesin söz verdiğinizi

ve daha önce Yusuf hakkında da işlediğiniz kusuru

nasıl olur da bilmezlikten gelebilirsiniz? Ne yüzle döneceksiniz?

Ben buradan bir adım bile atmam, ayrılmam; ancak babam bana izin verirse yahut hüküm verenlerin en hayırlısı olan Allah hükmünü bildirirse, o başka!”

81 – “Siz dönün, babanıza deyin ki:

“Sevgili babamız, bizler farkına varmadan

oğlun inan ki hırsızlık etmiş!

(Su kabının onun yükünde çıktığını gözlerimizle gördük)

Biz ancak bildiğimize şahitlik ediyoruz.

(Söz verdiğimiz zaman, bu durumun ortaya çıkacağını nereden bilebilirdik?)

Gayb bize emanet edilmiş değil ki!”

82 – “İnanmazsan, gittiğimiz şehrin ahalisine ve yine içinde geldiğimiz kafilede bulunanlara sor!

Bütün samimiyetimizle ifade ediyoruz ki söylediğimiz, doğrunun ta kendisidir.”

Dönüp babalarına ağabeylerinin bu sözlerini naklettiler.

83 – Ama babaları Yâkub: “Hayır, hayır! Korkarım yine nefisleriniz sizi olumsuz bir işe sürükleyip ayağınızı kaydırmıştır.

Ne yapayım? Bu hale karşı sükûnet ve ümit içinde sabretmekten başka yapacak şey yok!

Ümidim var ki Allah bütün kaybettiklerimi bana lütfedecektir.

Çünkü O alîmdir, hakîmdir (benim de onların da hallerini bilir ve beni elbette hikmetini ortaya koymak için, bu imtihana tâbi tutmuştur).”

84 – Onlardan yüzünü çevirip öte tarafa dönerek (ufuklara seslendi):

“Ya esafâ alâ Yusuf! Nerdesin Yusuf!” (Nerdesin Yusuf!)

Yusuf diye diye, üzüntüsünden gözlerine ak düştü.

Yaptıklarından dolayı oğullarına duyduğu kızgınlığını da belli etmiyor, öfkesini yenmeye çalışıyordu.

85 – Oğulları şöyle dediler: “(Ömrün geçti gitti), hâlâ Yusuf’u dilinden düşürmüyorsun.

Vallahi “Yusuf!” diye diye kederden eriyeceksin veya büsbütün ölüp gideceksin”

86 – “Ben” dedi, “sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a arz ediyorum.

Hem sizin bilemediğiniz birçok şeyi Allah tarafından vahiy yolu ile biliyorum.”

87 – “Evlatlarım, haydi gidiniz, bütün duyularınızı, hislerinizi kullanarak vargücünüzle Yusuf ve kardeşi hakkında bilgi edinmeye çalışınız!

Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz.

Çünkü kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez!”

88 – Onlar Mısır’a varıp Yusuf’un huzuruna girerek “Aziz vezir! dediler, biz de, ailemiz de yine darlık ve sıkıntıya düştük, biz bu sefer pek az bir meblağ getirebildik.

Lütfen bize tahsisatımızı tam ölçek ver de,

parasını veremediğimiz kısmı da sadakanız olsun!

Şüphesiz ki Allah tasadduk edenleri fazlasıyla ödüllendirir.”

89 – Artık zamanı geldiğini düşünerek Yusuf:

“Siz, dedi, cahilliğiniz döneminde Yusuf ile kardeşine yaptığınız muameleyi elbette biliyorsunuzdur değil mi?”

Cahillikleri, yaptıkları işin kötülüğünü bilmeyişleri, yahut neticede doğuracağı zararı hesap edememeleri anlamına gelebilir. Yahut yeterli bilgi, tecrübe ve olgunluğa ulaşmadıkları çağ kasdedilmiş olabilir. Hz. Yusuf (a.s.) bu tabiri, onları kınamak, hakaret etmek için değil, bilakis mazeret telkini konusunda ipucu vermek, tövbeye teşvik etmek için “bilmeyerek yapmıştık” dedirtmek için kullanmıştı. Zira onların içine düştükleri yoksulluk kendisine pek dokunmuştu.

90 – “Aa! Sen, yoksa sen Yusuf musun?” dediler.

O da: “Evet ben Yusuf’um, bu da kardeşim!

Gerçekten Allah bizi lütfuna mazhar etti.

Şu kesindir ki, kim Allah’ı sayıp haramlardan sakınır, itaatlara devam ve imtihanlara sabrederse,

Allah da böyle güzel hareket edenlerin mükâfatını asla zayi etmez.”

91 – Kardeşleri de şöyle dediler: “Vallahi de, tallahi de Allah seni bize üstün kılmıştır. Doğrusu bizler suçlu idik!”

92 – Yusuf şöyle cevap verdi: “Bugün sizi kınayacak, serzenişte bulunacak değilim!

(Ben hakkımı helâl ettim). Allah da sizi affetsin.

Çünkü merhamet edenlerin en merhametlisi O’dur.”

93 – Şu gömleğimi alın, babamın yanına varıp onun yüzüne sürüverin, o zaman gözü açılacaktır!

Sonra da bütün çoluk çocuğunuzla buyurun, yanıma gelin!”

Bu âyette bildirilen “gömleği yüzüne sürmekle Hz. Yâkub (a.s.)’ın gözlerinin açılması” Tevrat’ta yer almaz.

94 – Kafile daha Mısır’dan ayrılır ayrılmaz, öteden babaları:

“Şayet ‘Bunadı’ demezseniz, doğrusu, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum!” dedi.

95 – Oradakiler: “Vallahi, dediler, senin müzminleşmiş yanılgın hâla devam ediyor!”

96 – Müjdeci gelip de gömleği Yâkub’un yüzüne sürünce gözleri açıldı ve:

“Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından vahiy yolu ile bilirim dememiş miydim?” dedi.

97 – Evlatları ise şöyle dediler: “Ey bizim şefkatli babamız! Bizim günahlarımız için Allah’tan mağfiret dile. Doğrusu biz günahkârız.”

98 – O şöyle cevap verdi: “Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Gerçekten O gafurdur, rahîmdir.”

99 – Yâkub ailesi Mısır’a gelip Yusuf’un yanına girdiklerinde Yusuf, annesi ile babasını kucakladı ve: “Allah’ın izniyle Mısır’a güven ve huzur içinde girin!” dedi.

100 – Annesi ile babasını tahtına oturttu. Hepsi onun önünde saygı ile eğildiler.

Yusuf: “Babacığım! dedi, işte küçükken gördüğüm rüyanın tabiri! Rabbim o rüyayı gerçekleştirdi.

O, bana nice ihsanlarda bulundu: Beni zindandan kurtardı ve nihayet,

Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra

sizi çölden getirip bana kavuşturmakla da beni ihsanına mazhar etti.

Gerçekten Rabbim dilediği kimse hakkında latifdir (dilediği hususları çok güzel, pek ince bir tarzda gerçekleştirir). Şüphesiz O alîmdir, hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilen, tam hikmet sahibidir)” [7,53]

Bu âyetlere dikkat edilirse Yusuf (a.s.)’ın, bütün müminlere örnek olacak nice davranışlarını ihtiva ettiği görülür: Kendisini ölüme mahkûm eden yakınları üzerinde tam yetki sahibi iken gösterdiği olgunluk ve müsamaha, kendisinin zirveye yükselişini hep Allah’ın lütfuna bağlayıp nefsine en küçük pay çıkarmama, müminler tarafından şahsına karşı yapılan en kötü bir hareketi bile te’vile gayret etme ve Şeytan’ın, kardeşlerine yaptırdıklarında “hikmet-i ilahiyyeye göre benim için bazı faydalar vardı,” deme; hep ibadet ve âhiret iştiyakı ile dolu olma gibi. Bu çok önemli ders ve hitâbe de Tekvin ve Talmud’da yer almamıştır. Gereksiz bir yığın ayrıntıyı anlatıp, uzun kıssanın en önemli dersini yazmama çok gariptir.

Kur’ân, Tekvin ve Talmud birlikte incelendiğinde görülür ki Kur’ân, bazı yerleri tafsilatlı anlatıyor, birçoğunu daha az anlatıyor, bazılarını ise düzeltiyor ve reddediyor. Dolayısıyla Hz. Muhammed’in bu kıssaları Yahudilerden öğrendiğini iddia etmenin hiçbir gerekçesi olamaz.

101 – “Ya Rabbî! Sen bana iktidar ve hakimiyet verdin. Kutsal metinleri ve rüyaları yorumlama ilmini öğrettin.

Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünya’da da, âhirette de mevla’m, yardımcım Sen’sin.

Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımı al ve beni hayırlı ve dürüst insanlar arasına dahil eyle!” [6,14.84; 7,126; 40,34]

Genel olarak kıssaların sonunda ayrılık ve ölümün bildirilmesi dinleyiciyi üzer. Fakat burada Hz. Yusuf kıssasının en parlak kısmında farklı bir durum vardır. Evet Hz. Yusuf Mısır yönetiminin en üst mevkine yükselmiş, hiç ümit kalmamışken yaklaşık kırk elli yıl sonra uzak diyarlardan gelen annesi, babası ve kardeşleriyle buluşmuş, dünya mutluluğunun zirvesine çıktığı bir sırada Kur’ân onun vefat haberini veriyor. Muhataba şunu düşündürüyor: Demek ki kabrin ötesinde öyle cazip bir hayat vardır ki Hz. Yusuf gibi büyük akıl ve geniş görüş sahibi bir zat ona nail olmak için acı veren ölümü istiyor. İşte Kur’ân’ın kıssaları nakletmesinin hikmetlerinden biri, böylesi dersler vermektir. Dinleyicilere elem değil sevinç veriyor böylece “kabrin ötesi için çalışınız, gerçek mutluluk oradadır” dedirtiyor.

102 – İşte bunlar, ey Resulüm, sana vahiy yoluyla bildirdiğimiz gaybî hâdiselerdendir.

Yoksa onlar, tuzak kurmak ve plânlarını kararlaştırmak için toplandıklarında elbette sen onların yanında bulunmuyordun. [3,44; 28,44-46; 38,69-70]

103 – Şunu unutma ki: Sen, büyük bir kuvvetle arzu etsen bile insanların çoğu iman etmezler.

İnsanlardan maksat Mekke ahalisidir. Yahut bütün insanlardır.

104 – Halbuki sen bu tebliğ karşılığında onlardan herhangi bir ücret de istemiyorsun.

Kur’ân, sadece bütün insanlar için bir derstir, evrensel bir mesajdır. [3,7]

105 – Göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini gösteren nice deliller vardır ki,

insanlar yanından geçip gittikleri halde yüzlerini çevirdiklerinden farkına varmazlar.

106 – Onların ekserisi, şirk koşmaksızın Allah’a iman etmezler.

107 – Acaba onlar, farkında olmadıkları bir sırada, Allah’ın cezasına uğrayıp azabın kendilerini kaplamasından,

yahut ansızın kıyametin kopmasından emin midirler? [16,45-47; 7,87,1; 97-99]

108 – Ey Resulüm de ki: “İşte benim yolum budur! Ben insanları Allah’ın yoluna, düşünmeksizin (taklit yolu ile değil) delile dayanarak, idrâklerine hitab ederek dâvet ediyorum.

Ben de, bana tâbi olanlar da böyleyiz. Allah’ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Ben asla müşriklerden değilim.”

109 – Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de başka değil, ancak şehirlerde oturanlardan vahye mazhar ettiğimiz birtakım erkeklerdi.

Bu adamlar dünyayı hiç gezmediler mi ki kendilerinden önce yaşayanların âkıbetlerinin nasıl olduğunu görüp anlasınlar?

Âhiret diyarı elbette Allah’a saygı duyup haramlardan sakınanlar için daha iyidir.

Siz ey müşrikler, hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? [21,7]

110 – O müşrikler kendilerine mühlet verilmesine aldanmasınlar.

Daha öncekilere de böyle fırsat verilmişti.

Ne zaman ki peygamberler, toplumlarının imana gelmelerinden ümitlerini kesecek raddeye gelir ve toplumları da peygamberlerinin kendilerini aldattığı zannına kapılırlar, işte o zaman onlara yardımımız ulaşır, inkârcılar helâk olur, dilediğimiz kimseler kurtulur.

Çünkü (uzun vâdede) cezamız, suçlu toplumlardan hiçbir surette geri çevrilmez.

111 – Peygamberlerin kıssalarında elbette tam akıl sahipleri için alacak dersler vardır.

İyi bilin ki, bu Kur’ân uydurulmuş bir söz değildir.

Sadece: daha önceki kitapları tasdik eder,

(dine ait) her şeyi açıklar.

İman edecek kimseler için hidâyet, rehber ve rahmettir.




Şərh yaz