2. 535 dəfə oxunub ,   0 şərh   Çap et

Mekke’de nâzil olmuş olup, 109 âyetten ibarettir. Sûrenin 98. âyetinde Yûnus (a.s.)’dan ve kavminden bahsedilmesi vesilesi ile bu ad verilmiştir. Hz. Nûh (a.s.) ile Hz. Mûsâ (a.s.) ise, daha tafsilatlı bir şekilde anlatılır. Bu sûre-i şerife iman esasları üzerinde yoğunlaşır. Özellikle, Kur’ân’ın Allah Teâlânın kitabı olduğunu ispata yönelir. Bunu yaparken;

1. Kâfirlerin Kur’ân hakkındaki şüphelerini iptal eder. 2. Kur’ân’la onlara meydan okuyup, güçleri yeterse benzer bir eser ortaya koymalarını ister. 3. Özendirme ve korkutma (tergib ve terhib) metoduyla Kur’ân’ı tasdik etmeye çağırır. Allah Teâlânın tarihteki âdetine işaret ve müminleri teselli için Nûh, Mûsâ ve Yûnus (aleyhimu’s-selam) kıssalarına yer verilir ve onların sabır ve sebatla, Allah’ın hükmünü beklemeleri emredilir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1 – Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar o hikmetli kitabın âyetleridir.

2 – “İnsanları uyar! Müminlere, Rab’lerinin üstün sadakat makamı vereceğini müjdele!” diye

içlerinden bir insana vahyetmemiz insanların çok mu tuhafına gitti?

Onun için mi kâfirler: “Besbelli ki bu, sihirbazın teki!” dediler. [38,4; 64,6; 7,69; 18,2 – 3]

3 – Sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan,

sonra da arşa çıkıp (hükmünü yürüten), her işi yerli yerince çekip çeviren Allah’tır.

Kendisinden izin çıkmadıkça, O’nun katında hiçbir şefaatçi iş bitiremez.

İşte Rabbiniz, bu vasıflara sahib olan Allah’tır. Öyleyse O’nu bir tanıyarak, yalnız O’na ibadet ediniz. Hâlâ gerçekleri düşünmeyecek misiniz? [34,3; 11,6; 6,59; 2,255; 53,26; 34,23; 43,87]

4 – Hepinizin dönüşü O’nadır. Bu, Allah’ın gerçek olarak verdiği sözdür.

Mahlûkları ilkin O yaratır.

(Yoktan yaratan Yaratıcı), öldükten sonra onları haydi haydi diriltir.

Diriltir ki iman edip yararlı işler yapanları, adaletleri sebebiyle ödüllendirsin.

Kâfirlere ise, dini inkâr ettikleri için, içecek olarak kaynar su ve gayet acı bir azap vardır. [30,27; 38,56-58; 56,42-43; 55,43-44]

5 – O’dur ki Güneş’i bir ışık yaptı. Ay’ı da bir nûr kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz.

Allah, bunları boş yere değil, ancak hikmet uyarınca, sabit bir gerçek olarak yaratmıştır.

Bilip anlayacak kimselere Allah âyetleri böylece açıklar. [2,189; 36,40; 6,96; 38,27; 23,115-116]

6 – Gece ve gündüzün sürelerinin değişerek peşpeşe gelmesinde,

Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı bunca varlıklarda,

elbette Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınacak kimseler için nice deliller vardır. [3,190; 10, 101; 11,6]

7-8 – Onlar ki âhirette Bize kavuşmayı ummaz

ve sadece dünya hayatına razı olup onunla tatmin bulur

ve onlar ki Bizim tek İlah olduğumuzun delillerinden

ve gönderdiğimiz Kur’ân âyetlerinden gaflet etmeyi sürdürür,

işte bunların, irtikâb ettikleri şirk ve isyan sebebiyle varacakları yer cehennemdir.

9 – İman edip yararlı işler yapanları ise onların Rabbi, imanları sebebiyle

içlerinden ırmaklar akan, o nimet dolu cennetlerdeki mutluluklara erdirir.

10 – Onların orada duaları; “Sübhansın Allah’ım! Her türlü noksandan münezzeh ve yücesin!”, birbirlerine iyi dilek ve temennileri ise hep “selam!” dır.

Duaları “El-hamdülillahi Rabbi’l-âlemin” “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” diye sona erer. [33,44; 56,25 – 26; 36,58; 13,23-24; 18,1; 6,1]

11 – Eğer Allah insanların faydalarına olan şeyleri çabucak elde etmek istemelerinde verdiği gibi, müstehak oldukları şerri de çarçabuk verseydi derhal sonları gelir, helâk edilirlerdi.

Fakat Biz, huzurumuza çıkmayı arzu edip ummayanları, kendi hallerine bırakırız, azgınlıkları içinde bocalar, dururlar. [17,11]

12 – İnsan bir sıkıntıya mâruz kalınca gerek yan yatarken, gerek otururken veya ayakta iken, Bize yalvarıp yakarır.

Fakat biz sıkıntısını giderdik mi,

sanki uğradığı dertten dolayı Biz’e yalvaran kendisi değilmiş gibi

eski haline döner.

İşte (hayat sermayelerini boşuna harcayıp) haddini aşanlara, yaptıkları işler, kendilerine böyle süslenmiş, hoşlarına gitmiştir. [41,51; 11, 10, 11]

13 – Sizden önceki devirlerde geçen nice ümmetleri,

Peygamberleri kendilerine açık deliller (mûcizeler) getirdikleri halde,

zulmedip iman etmedikleri için imha ettik.

İşte suçlular güruhunu Biz böyle cezalandırırız.

14 – Sonra onların peşinden, nasıl davranacağınızı görmek için,

bu dünyada onların yerine sizi geçirdik.

15 – Böyle iken, âyetlerimiz kendilerine, açık deliller halinde okunduğunda, âhirette huzurumuza varacaklarını ummayanlar,

“Bize bundan başka bir Kur’ân getir veya bunu değiştir!” derler.

De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem asla olacak bir şey değil!

Çünkü ben sadece bana vahyedilene tâbi olurum

ve eğer sizin arzunuza uyar da Rabbime isyan edersem, o müthiş günün azabından korkarım.”

16 – De ki: “Eğer Allah dileseydi ben Kur’ân’ı size okuyamazdım,

hiçbir suretle de size onu bildirmezdi.

Bilirsiniz ki, daha önce, bir ömür boyu aranızda yaşadım, böylesi bir iddiada bulunmadım.

Aklınızı kullanıp bunu anlamaz mısınız?”

17 – Hem yalandan bir söz uydurup onu Allah’a mal eden

veya Allah’ın âyetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir?

Gerçek şu ki mücrimler iflah olmazlar.

18 – Onlar, Allah’tan başka kendilerine ne zarar ne de fayda veremeyen birtakım nesnelere ibadet ediyor ve “Onlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.” diyorlar.

De ki: Böyle bir şey olacak da Allah bilmeyecek ha!

Ne o, yoksa siz Allah’a göklerde ve yerde olup da bilmediği şeylerin varlığını mı haber vereceğinizi iddia ediyorsunuz?

Hâşâ! O, onların iddia ettikleri her türlü ortaktan münezzehtir, yücedir. [13,33; 27,24]

Gerek bu âyette, gerekse başka bir çok âyette yer alan min dûnillah ibaresi bazı meallerde “Allah’ı bırakıp…” diye tercüme edilmiş. Ebu’s-suûd burada der ki: “Onlar Allah’ın dışında birtakım nesnelere de ibadet ederler.” demektir. Yoksa onlar Allah’a ibadeti büsbütün terk etmiş değildiler. Bilakis maksat, o ibadetle yetinmediklerini ifade etmek ve nazm-ı kerimin siyakının ortaya koyduğu üzere, o ibadeti putlara ibadete makrun kılmak, yani o ibadeti putlara ibadetle birlikte yaptıklarını bildirmektir.”

19 – İnsanlar aslında tek ümmet idi. Başlangıçta hepsi tevhid inancına sahip iken sonra aralarında ihtilaf çıktı.

Şayet Allah’tan nihaî hükmü kıyamete bırakma şeklinde

önceden yapılmış bir vaad olmasaydı,

ihtilaf ettikleri konudaki hüküm çoktan verilmiş, azap tepelerine inmiş olurdu. [2,213; 11, 110; 20,129]

20 – Bir de kalkmış: “O Peygambere Rabbi tarafından bambaşka bir mûcize indirilse ya!” diyorlar.

Sen de ki: “Gayb âlemi ancak Allah’ındır. Gaybı bilmek O’na mahsustur.

O halde bekleyin bakalım, ben de sizinle beraber bekliyorum! [6,37; 17,59; 10,96-97; 15,14-15]

21 – İnsanlara uğradıkları bir dertten sonra bir nimet ve âfiyet tattıracak olursak, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında yine birtakım kötü düşüncelere sapmışlar!

De ki: “Allah’ın o tuzakların hakkından gelmesi, daha da çabuk gerçekleşir.

Haberiniz olsun meleklerimiz bütün o kötü düşüncelerinizi kaydedip duruyorlar.”

22 – Sizi karada olsun, denizde olsun gezdirip dolaştıran O’dur.

Gemide olduğunuz zamanı düşünün:

Gemiler, tatlı bir rüzgârla içindeki yolcuları alıp götürdüğü

ve yolcular da bundan ötürü keyiflendikleri bir sırada,

birden gemiye şiddetli bir fırtına gelir, dalgalar her taraftan onları sarar

ve artık kendilerinin tamamen kuşatılıp bir daha kurtulamayacaklarını zannedince,

bütün niyaz ve ibadetlerini yalnız Allah’a yapıp gönülden O’na yalvarırlar:

“Ahdimiz olsun ki, eğer bizi bu felâketten kurtarırsan, mutlaka şükreden kullarından olacağız!” derler. [2,139]

23 – Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki yine yeryüzünde haksız taşkınlıklar ve türlü yolsuzluklar yapıyorlar.

Ey insanlar! İyi biliniz ki taşkınlığınız sadece kendi aleyhinizedir.

Elde edeceğiniz en fazla şey, bu fani hayatın geçici menfaatidir.

Sonunda dönüp Bizim huzurumuza geleceksiniz ve Biz de yaptıklarınızı size bir bir göstereceğiz. [17,67; 29,65; 31,32]

24 – Bu fani dünya hayatı bilir misiniz neye benzer?

Tıpkı şuna benzer: Gökten yağmur indiririz,

derken o yağmur sebebiyle, insanların ve hayvanların yiyerek beslendikleri bitkiler bol bol yetişir, ağ gibi etrafı sarar.

Yeryüzü renk renk, çeşit çeşit meyve ve mahsullerle süslenir,

bahçe sahipleri de o ürünleri devşirmeye giriştikleri sırada,

geceleyin veya gündüzün birden emir çıkarırız, bir afet gelir, söküp biçer.

Sanki daha dün, o şen manzara, orada hiç olmamış gibi olur…

İşte Biz düşünüp ibret alacak kimseler için delilleri böyle ayrıntılı olarak açıklarız.

25 – Allah insanları mutluluk ülkesine dâvet eder ve dilediği kimseleri doğru yola iletir. [6,127]

26 – İyi ve güzel davranışlarda bulunanlara en güzel mükâfat

yani cennet ile daha da fazlası olarak Allah’ın cemalini görmek var.

Onların yüzlerine ne bir leke bulaşır, ne de bir zillet! İşte onlar cennetliktir.

Onlar orada ebedî kalacaklardır. [9,72; 55, 60; 76,11]

27 – Kötülük işleyenler ise, yaptıkları kötülük kadar ceza görürler. Kendilerini bir zillettir kaplayacak…

Onları Allah’ın bu cezasından kurtaracak bir kimse yoktur. Yüzleri sanki kapkaranlık gece parçalarıyla kaplanmıştır.

İşte onlar cehennemliktir.

Hem de orada ebedî kalacaklardır. [42,45; 14,42-44; 75,10-12; 3,106-107]

28-29 – Gün gelecek, onların hepsini bir araya toplayıp sonra Allah’a şirk koşanlara:

“Siz de, taptığınız şerikleriniz de yerlerinize!” diyeceğiz. Artık onları putlarından tamamen ayırmışızdır.

Şerikleri: “Siz dünyada bize tapmıyordunuz. Allah da üzerimizde şahittir ki

sizin bize taptığınızdan hiç mi hiç haberimiz yoktu!” derler. [18,47; 30,14-43; 19, 82; 46,5-6]

30 – İşte orada her kişi, dünyada iken yaptıklarının kaç para ettiğini görür.

Hepsi, gerçek efendileri olan Allah’ın huzuruna götürülür

ve uydurdukları putlar ortalıkta görünmez olur. [86,9; 75,13; 17,13-14]

31 – De ki: Kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran?

Kimdir kulaklarınızı ve gözlerinizi yaratan?

Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran.

Kimdir bütün işleri çekip çeviren, kâinatı yöneten.

“Allah!” diyecekler, duraksamadan:

De ki: “O halde sakınmaz mısınız O’nun cezasından?” [3,27; 80,27-31; 67,21]

32 – İşte bunları yapan Allah’tır sizin gerçek Rabbiniz.

Gerçeğin ötesinde, dalâletten başka ne kalır?

Nasıl oluyor da haktan uzaklaştırılıyorsunuz?

33 – Öyle büsbütün doğru yoldan çıkmış, isyanda ısrar eden o fâsıklara,

imana gelmedikleri için, Rabbinin azap kararı kesinleşmiştir. [39,71]

34 – De ki: “Sizin Allah’a ortak saydığınız putlardan

mahlûkatı yaratıp onları ölümlerinden sonra da diriltebilen var mıdır?”

De ki: “Ancak Allah ilkin yaratıp sonra diriltmeye kadirdir.

Öyleyse nasıl oluyor da bu hakikatten vazgeçiriliyorsunuz?”

35 – De ki: “O şeriklerinizden hakikate götürecek var mı?

De ki: “Gerçeğe ancak Allah hidâyet eder.”

Şimdi söyleyin bakalım; gerçeğe ulaştıran mı tâbi olunmaya lâyıktır,

yoksa elinden tutulup doğru yola götürülmedikçe kendisi yol bulamayan mı?

Ne oluyor size! Nasıl böyle yanlış hükmediyorsunuz?”

Mahlûkların ortak özelliği, yaratılmış ve âciz olmaktır. Âciz, âciz olanın derdine çare olamaz, mutlak hakikate ulaştıramaz, kalbine hidâyet veremez. Şuursuz putlar bunu zaten yapamadığı gibi, bu hususta şuurlu varlıklar bile fayda sağlayamazlar.

Akıl bile Allah hidâyet etmedikçe kendiliğinden bir ilim keşfedemez, kendi başına doğruyu bulamazken, mabudluk, mutlak hâdi (hidâyet veren, doğruya ulaştıran) olan Allah Teâlâ’dan başka kimin hakkı olabilir?

Burada hidâyetten maksat, bizzat ve bilfiil olan hidâyettir, vasıtalı, mecazî hidâyet değildir. Peygamberler ve doğru yolu bildiren âlimlerin vesile olma şeklindeki rehberliklerine illa en yuhda istisnası ile işaret edilmiştir. Yani Allah onları hidâyet ettiği için, onlar da vesile olabilirler. Fakat bu da hidâyeti kalpte yaratma şeklinde bizzat ve bilfiil olan hidâyet değildir.

36 – Onların çoğu sadece zanna uyarlar.

Halbuki zan asla gerçeğin yerini tutamaz.

Allah onların bütün yaptıklarını hakkıyla bilir.

37 – Bu Kur’ân, Allah tarafından gelmeyip başkası tarafından uydurulmuş olması asla mümkün değildir.

Lâkin daha önce indirilen kitapları tasdik eder

ve farz edilen hüküm ve hakikatleri açıklar.

Onda şüphe edilecek hiçbir taraf yoktur.

Rabbülâlemin tarafından gönderilmiştir. [3,7; 2,41]

38 – Yoksa “Onu kendisi uydurmuş!” mu diyorlar?

De ki: “Öyleyse, iddianızda tutarlı iseniz haydi onunkine benzer bir sûre ortaya koyun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz kim varsa hepsini de yardımınıza çağırın!” [17,88; 2,24; 11,13]

39 – Hayır! Onlar, hakkında etraflı bir bilgi edinmeden ve henüz yorumuna tam vakıf olmadan, bu Kur’ân’ı, çarçabuk yalanladılar.

Kendilerinden öncekiler de böyle yalan saymışlardı.

Bak ve zalimlerin sonunun nasıl olduğunu anla!

40 – Onlardan Kur’ân’a iman edenler de var, iman etmeyenler de.

Rabbin, hakkı yalanlayıp halk içinde fitne ve fesat çıkaranları pek iyi bilir.

41 – Eğer seni yalancı saymakta ısrar ederlerse de ki:

“Benim yaptığım bana ait, sizin yaptığınız da size! Benim yaptıklarımla sizin, sizin yaptıklarınızla da benim ilişiğim yoktur.” [109,1-6; 60,4]

42 – Onların içinde senin söylediklerini dinleyenler de var.

Fakat -üstelik akıllarını da kullanmıyorlarsa- o sağırlara sen nasıl işittirebilirsin ki?

43 – Onların arasında sana bakanlar da var.

Fakat gözleri görmeyenlere sen nasıl doğru yolu gösterebilirsin, hele basiretleri de yoksa! [25,41-42]

Baş gözü ile beraber kalb gözü de görmezse, böyle bir âmaya bir şey anlatmak mümkün olmaz. Görmekten gaye, ibret almaktır. Dolayısıyla, asıl önemli olan basirettir. Bundan ötürü kalb gözü açıksa âma, bir şeyler sezer. Hatta böyle olan bir âma, ahmak olan göz sahibinin anlayamadığını anlar.

44 – Allah insanlara asla zulmetmez. Lâkin insanlar kendi kendilerine zulmederler.

45 – Kıyamet günü Allah hepsini bir araya toplayacak.

Dünyada, gündüzün ancak bir saati kadar yaşamış gibi gelecek kendilerine. O şekilde ki sadece birbirlerini görünce tanıyacakları kadar yaşadıklarını sanacaklar.

Allah’a kavuşmayı yalan sayıp da doğru yolu tutmamış olanlar, en büyük kayba uğramışlardır. [79,46; 20,104; 70,11-15; 23,101; 77-15]

46 – Onlara vaad ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana göstersek, yahut seni vefat ettirsek, nasıl olsa sonunda onlar Bize döneceklerdir.

Elbette Allah, kendilerinin ne yapacaklarına şahittir.

47 – Her ümmetin bir Peygamberi vardır.

Peygamberleri kendilerine gelince, aralarında adaletle hükmedilir, hiç birine zulmedilmez. [39,69]

48 – Onlar: “Eğer dediğiniz doğru ise, peki bu vaadin ne zaman gerçekleşeceğini söyleyin!” derler. [42,18]

49 – De ki: “Ben kendi kendime bile, Allah’ın dilediğinden başka ne bir zararı savma, ne de bir fayda sağlama imkânına sahip değilim.

Her ümmetin belirlenmiş bir ömür süresi vardır.

Artık o vâdeleri gelince, onu ne bir saat ileri, ne de bir saat geri alamazlar.” [7,34.188; 63,11]

50 – De ki: “Ne dersiniz, şayet O’nun azabı size ha yatarken gelmiş, ha gündüzün!

Mücrimlerin, bunlardan birini çarçabuk istemelerine ne sebep var ki!

51 – İş işten geçtikten sonra mı iman edeceksiniz? Şimdi mi aklınız başınıza geldi? Alın da görün çarçabuk gelmesini istediğiniz şeyi! [32,12; 40,84-85]

52 – Sonra o zalimlere: “Ebedî azabı tadın bakalım! Siz dünya hayatında neyi hak ettiyseniz, sadece onun karşılığını göreceksiniz.” denir. [32,14]

53 – “Sahi doğru mu bu?” diye senden haber sorarlar.

De ki: “Evet! Rabbime yemin ederim ki o elbette gerçektir ve siz bundan yakayı kurtaramazsınız.” [6,134; 36,82; 34,3; 64,7]

54 – Kendi nefsine zulmeden her kişi, dünyadaki bütün şeylere malik olsaydı bile, cezadan kurtulmak için hepsini fidye olarak verirdi.

Onlar cezaları olan azabı görünce içten içe duydukları pişmanlığı açığa vururlar.

Ne çare ki, kendilerine asla haksızlık edilmeksizin, aralarında adaletle hüküm verilmiştir.

Eserre: Hem açığa vurmak, hem de, acının şiddeti sebebiyle kişinin nutku tutulduğundan söyleyememesi yani içinde gizlemek hakkında kullanılır. Yani bu kelime bu iki zıt mânaya gelmesi itibariyle ezdaddandır.

55 – İyi bilin ki göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ındır.

İyi bilin ki Allah’ın vaadi gerçektir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

56 – Hayatı veren de, öldürüp geri alan da O’dur. Ve sonunda hepiniz O’nun huzuruna götürüleceksiniz.

57 – Ey insanlar! İşte size, Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidâyet ve rahmet geldi. [17,82; 41,44]

58 – De ki: “Allah’ın lütfuyla, rahmetiyle, evet sadece bununla sevinin!

Çünkü bu, insanların dünya malı olarak topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.”

59 – De ki: “Peki, Allah’ın size ihsan ettiği rızıklardan, bir kısmını helâl, bir kısmını haram yapmanıza ne dersiniz?”

De ki: “Allah mı sizin böyle yapmanıza izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”

60 – Uydurdukları yalanı Allah’a mal edenler kıyamet gününü ne zannediyorlar?

Gerçekten Allah insanlara karşı büyük lütuf sahibidir.

Fakat insanların çoğu bu nimete şükretmezler.

61 – Herhangi bir işte bulunsan, onun hakkında Kur’ân’dan herhangi bir şey okusan,

Sen ve ümmetinin fertleri her ne iş yapsanız, siz o işe dalıp coştuğunuzda, mutlaka Biz her yaptığınızı görürüz.

Yerde olsun, gökte olsun, zerre ağırlığınca bir varlık bile Rabbinin ilminden kaçamaz.

Ne bundan küçük, ne bundan büyük hiçbir şey yoktur ki, hepsi apaçık bir kitapta olmasın. [2,44; 6,59; 11,6; 26,217-218]

62 – İyi bilesiniz ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar.

63 – Velîler o kimselerdir ki O’na iman edip, emirlerine aykırı hareketlerden sakınırlar.

64 – Dünya hayatında da âhirette de müjde vardır onlara.

Allah’ın hükümlerinde olsun, verdiği sözlerde olsun, asla değişiklik olmaz.

İşte bu müjdeler en büyük mutluluktur. [41,30-32; 21,103; 57,12]

65 – O inkârcıların sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet ve üstünlük Allah’ındır. O her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.

66 – İyi bilesiniz ki göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah’ın kuludur,

O’nun hükmü altındadır.

Allah’tan başka birtakım şeriklere ibadet edenler de gerçekte o putlarına tâbi olmazlar.

Onlar sadece birtakım zanlara uymakta ve sırf kafadan atmaktadırlar.

67 – Dinlenip sükûnet bulmanız için geceyi karanlık, çalışıp iş yapmanız için de gündüzü aydınlık kılan O’dur.

Elbette bunda, işitip dinlemesini bilen kimseler için nice deliller ve ibretler vardır.

68 – Müşrikler “Allah evlat edindi” dediler.

Haşâ! O bundan münezzehtir. O her şeyden olduğu gibi evladı olmaktan da müstağnidir.

Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nundur.

Buna dair, ey müşrikler, hiçbir deliliniz yoktur.

Ne o! Allah hakkında kesin bilgi sahibi olmadan konuşuyor,

rastgele şeyleri mi O’na isnad ediyorsunuz! [19,88-95]

69 – De ki: “Allah hakkında böyle yalan uydurup O’na mal edenler asla iflah olmazlar.”

70 – Olsa olsa dünyada az bir zevk alır, ama sonunda Bizim huzurumuza dönerler.

Sonra Biz de inkâr ve nankörlüklerinden ötürü o çok şiddetli azabı onlara tattırırız.

71 – Onlara Nuh hakkındaki haberi oku: O halkına:

“Ey benim halkım, dedi, eğer benim aranızda bulunmam

ve Allah’ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa, şunu bilin ki ben yalnız Allah’a dayanıp güvendim.

Siz de şerik koştuklarınızla beraber toplanıp işinizi kararlaştırın ki tasasını çektiğiniz bir dert olup kalmasın.

Sonra da bana hiç mühlet vermeden hakkımdaki hükmünüzü uygulayın! [3,128; 11,55-57]

72 – Eğer bu tebliğimden yüz çevirirseniz benim kaybedeceğim bir şey yok!

Çünkü ben sizden ücret beklemiyorum ki!

Benim ücretimi siz veremezsiniz. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir ve bana, O’na teslim olanlardan olmam emredilmiştir. [11,29; 34,47]

73 – Yine de halkı kendisini dinlemeyip onu yalancı saydılar.

Biz de hem onu, hem de gemide beraberinde olanları kurtardık

ve bunları, o ülkeye hükmedenlerin yerine geçirdik.

Âyetlerimizi yalan sayanları ise suda boğduk.

İşte bak, uyarıldıkları halde doğru yolu tutmayanların âkıbetlerinin nasıl olduğunu gör! [2,30; 39,40; 7,64]

74 – Nuh’tan sonra, kendi halklarına resul olarak daha nice peygamberler gönderdik.

Onlar kavimlerine âyetler, mûcizeler getirdiler; ama berikiler, önce yalan saydıkları şeye, bir türlü inanmadılar.

İşte haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz!

75 – Onlardan sonra da, Firavun ile ileri gelen yardımcılarına Mûsâ ile Harun’u delillerimizle, mûcizelerimizle gönderdik.

Ama onlar büyüklük taslayıp kabul etmeyi kibirlerine yediremediler ve suçlu bir halk oldular. [7,60]

76 – Onlara tarafımızdan gerçek ulaşınca: “Bu besbelli bir sihirdir.” dediler. [27,14]

77 – Mûsâ dedi ki: “Size gelen gerçeği böyle mi nitelendiriyorsunuz?

İnsaf edin, sihir midir bu?

Şu bir gerçektir ki büyücüler iflah olmazlar.”

78 – “Sen”, dediler, “bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz dinden döndüresin de

ülkede önderlik ikinize kalsın diye mi geldin? Biz, mümkün değil, size inanmayız.” [7,70]

Dine inanmayanların bütün düşündükleri dünya menfaati olduğundan, peygamberlere bile bakışları o açıdan oluyor.

Âyet dine hizmet edenlerin bu hususa dikkat etmelerini, en ufak bir açık verilmemesi yani müminlerin şahsî ve dünyevî menfaatlere yönelmemeleri gerektiğini ima ediyor.

79 – Firavun: “Ne kadar usta sihirbaz varsa, hepsini bana getirin!” emrini verdi.

80 – Büyücüler gelince Mûsâ onlara: “Ortaya atacağınız ne varsa atın, hünerinizi gösterin!” dedi.

81-82 – Onlar iplerini ve değneklerini atınca Mûsâ şöyle dedi:

“Yaptığınız şey, sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır.

Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez.

Mücrimler hoşlanmasa da, Allah sözleriyle gerçeği ortaya çıkaracaktır.” [8,8]

83 – Hasılı, başlangıçta Mûsâ’ya, kendi kavminden, genç bir kuşaktan başka iman eden olmadı.

Kavmi, Firavun’un ve ileri gelen yetkililerinin, kendilerine işkence edeceklerinden korkuyorlardı.

Çünkü Firavun o ülkede son derece despot ve çok aşırı gidenlerdendi.

84 – Mûsâ: “Ey kavmim, dedi, Siz Allah’a iman ettiniz, O’na tam bir teslimiyetle bağlandınızsa, öyleyse yalnız O’na dayanıp güvenin!” [67,29; 73,9; 11,123]

85-86 – Onlar da şöyle cevap verdiler: “Biz de Allah’a dayanıp güvendik.

Ey Yüce Rabbimiz! Bizi o zalim kimselerin işkenceleri ile imtihan etme ve rahmetinle bizi o kâfirler güruhundan kurtar!”

87 – Mûsâ’ya ve kardeşine: “kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın,

evlerinizi namazgâh yapın, namazı hakkıyla ifa edin ve ey Mûsâ müminleri müjdele!” diye vahyettik. [12,21]

İsrailoğullarında aslolan, ibadetin mâbedde yapılmasıdır. Fakat işkence döneminde, ruhsat kabilinden, evleri namazgâh edinmelerine izin verilmişti. Burada din eğitimi yönünden evlerin önemli bir merkez olduğuna işaret vardır.

88 – Mûsâ: “Rabbenâ!” dedi. “Sen Firavun ile onun ileri gelen yardımcılarına dünya hayatında muazzam zinet, haşmet ve servet verdin.

Ey Yüce Rabbimiz! İnsanları neticede Senin yolundan saptırsınlar diye mi onlara bu imkânı verdin?

Rabbena! Mahvet, sil süpür onların servetlerini ve kalplerini şiddetle sık!

Belli ki o acı azabı görmedikçe onlar imana gelmeyecekler.”

Esas görevi ümmetinin hidayetine vesile olmak olan Hz. Musa (a.s.)’nın, muhataplarının imandan mahrum kalmaları için beddua etmesi söz konusu değildir. Bu duadan gayesi, onları azdıran servet ve ihtişamdan mahrum kalmaları vesilesi ile bunların faniliğini anlayıp dine yönelmelerini sağlamaktır. Vallahü A’lem.

89 – Allah buyurdu ki: “Dualarınız kabul edildi. Dürüst olmaya devam edin, müstakim olun ve sakın hakikati bilmeyenlerin yoluna tâbi olmayın!”

90 – Derken, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Hemen Firavun, askerleriyle beraber haksız ve saldırgan bir şekilde peşlerine düştü.

Nihayet boğulmak üzere iken: “İman ettim. İsrailoğullarının inandığı İlahtan başka tanrı yokmuş. Ben de O’na teslim olanlardanım” dedi. [2,50; 40,84-85; 20,78; 26,66]

91-92 – “Şimdi mi? Halbuki bundan önce isyan etmiştin, bozgunculardan olmuştun!

Biz de bugün senin bedenini denizden kurtarıp karada bir yere çıkaracağız ki

senden sonra gelecek nesillere ibret olasın.”

Doğrusu insanların birçoğu bizim âyetlerimizden, ibret alınacak delillerimizden gafildirler. [28,39-41]

Mevcut Tevrat metni, Mısır’dan çıkış konusunda küçük ayrıntılara bile yer verecek kadar tafsilat ihtiva etmesine rağmen, Firavun’un bedeninin mahfuz kalacağına dair bu önemli hâdiseye hiç temas etmez. Kur’ân’ın mûcizevî bir tarzda haber verdiği bu hâdise, son asırda keşfedilmiştir. Cebelein yöresinde mumyalanmadığı halde hiç bozulmamış bir ceset bulunup Londra’da Brıtish Museum’a götürülmüştür. Firavun’a ait olduğu düşünülen en az üç bin yıllık bu ceset, insanlar tarafından müzede ibretle seyredilmektedir. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, Firavun md.)

93 – Biz İsrailoğullarını güzel bir yerde yerleştirdik, onlara helâl hoş rızıklar verdik.

Kendilerine ilim gelinceye kadar ihtilafa düşmediler, fakat ondan sonra ihtilafa başladılar.

Elbette Rabbin, aralarında ihtilaf ettikleri hususlarda kıyamet günü hükmünü verecektir. [7,137; 26,59-60]

94-95 – Eğer, faraza, sana indirdiğimiz hususlardan herhangi birinde şüphe edersen, senden önce kitap okuyanlara sor!

Celalim hakkı için, sana Rabbin tarafından gerçek gelmiştir, bunda en ufak bir tereddüdün olmasın! Sakın Allah’ın âyetlerini yalan sayanlardan olma, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursun. [7,157]

Kur’ân, Resulullah’ın Tevrat ve İncîl’de müjdelendiğini bildirir. Ehl-i kitabın, kendi çocuklarını tanıdıkları gibi onu tanıdıklarını söyler. Bu âyetten maksat, Kur’ân’ın ve Hz. Peygamberin nübüvvetinin doğruluğuna dair bilgiyi te’kit etmektir. Yani:

“Olmaz ya, faraza onlarda bu bilginin olduğuna dair içine bir şüphe gelecek olursa şüpheye düşenin yapacağı iş, hemen deliller aramak ve ilim adamlarıyla görüşmektir. Sen de öyle yap, Ehl-i kitap bilginlerine sor, zira onlar bu konuda yeterli bilgi sahibidirler.” Şu halde bu âyetten maksat: “Yahudi bilginlerinin Resulullah’ın nübüvvetini ne derece kuvvetle bildiklerini anlatmaktır, yoksa Hz. Peygamberin şüpheye düştüğünü bildirmek değildir.”

96-97 – (Kâfir olarak ölüp cehenneme gideceklerine dair) haklarında Rabbinin hükmü kesinleşmiş olanlar,

her türlü mûcize de önlerine gelse, gayet acı azabı görmedikçe iman etmezler. [10,88]

98 – Azap gelip çattığı zaman imana gelip de bu imanı kendilerine fayda vermiş olan bir tek memleket halkı olsun, bulunsaydı ya!

Asla böyle bir şey vaki olmamıştır.

Ancak Yunus’un halkı müstesnadır ki bunlar iman edince,

kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını uzaklaştırıp giderdik ve onları bir süre daha yaşattık. [21,87-88; 36,30; 37,139-148; 51,52]

99 – Eğer Rabbin dileseydi, dünyada ne kadar insan varsa hepsi imana gelirdi.

Şimdi sen mi, imana gelsinler diye insanları zorlayacaksın?

100 – Allah’ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir.

(O, akıl ve iradelerini iman tarafına kullananlara iman nasib eder).

Fakat akıllarını çalıştırmayanlara ise şeytanı musallat eder, o pislikte bırakır. [11,118-119; 13,31; 88,21-22; 28,56]

101 – De ki: “Göklerde ve yerde neler ve neler var, bir baksanıza!”

Fakat bunca işaretler ve uyarılar iman etmeyecek kimselere ne fayda verir ki?

102 – Onlar, sadece kendilerinden önce gelip geçmiş milletlerin başlarına gelen felaketli günler gibi bir gün gözlüyorlar değil mi?

De ki: “Gözleyin, ben de sizinle beraber bekliyorum!”

103 – Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız.

Böylece müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.

104-106 – De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimden şüphede iseniz,

iyi bilin ki, ben sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylere asla ibadet etmem; lâkin sadece ve sadece, sizin ruhunuzu teslim alacak olan Allah’a ibadet ederim.

Bana müminlerden olmam emredildi ve “yüzünü, özünü Allah’ı bir tanıyarak dine ver ve sakın müşriklerden olma!”

“Sakın Allah’tan başka, sana ne fayda ne zarar vermeyecek olan putlara yalvarma!

Şayet böyle yaparsan, o takdirde kesinlikle zalimlerden olursun!”

diye talimat verildi.

107 – Eğer Allah sana bir sıkıntı, bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur.

Şayet sana hayır dilerse, o durumda O’nun bu lütfunu engelleyebilecek de yoktur.

O, lütfunu, ihsanını kullarından dilediğine eriştirir. O, öyle gafur, öyle rahîmdir! (affı, merhamet ve ihsanı boldur).

108 – De ki: “Ey insanlar! İşte Rabbiniz tarafından, hakikat size gelmiş bulunuyor.

Artık kim bu gerçeği kabul eder de doğru yolu tutarsa, bunun faydası sadece kendisinedir.

Her kim de bu yoldan saparsa, o da kendi aleyhine olarak sapar.

Bilin ki, ben işlerinizi yönetmeyi üstüne almış biri değilim.

109 – Sana Rabbinden ne vahyolunursa ona tâbi ol ve “Allah hükmünü izhar edinceye kadar sabret! Çünkü hakimlerin en hayırlısı, en güzel hüküm vereni ancak O’dur.




Şərh yaz