2. 006 dəfə oxunub ,   0 şərh   Çap et

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 99 âyettir. 80. âyette bahsedilen Hicr ahalisi, sûreye isim olmuştur. Hicr halkı, Hz. Salih (a.s.)’ın kavmi olan Semûd halkıdır. Hicr sûresi, Kur’ân’ın Allah Teâlânın sözü olduğunu vurgulamaktadır. Bu sûre peygamberlerin tebliğleri karşısında bir grup kâfirin her zaman diretmiş olduğunu hatırlatır. Allah’ın varlığının ve birliğinin bazı delillerini serdeder. Sonra insanlığın en büyük kıssası olan Hz. Âdem (a.s.) ile İblis’in kıssasını anlatır. Büyük Kur’ân nimetine dikkat çekilerek sûre sona erdirilir.

Bismillahirrahmanirrahim.

1 – Elif Lâm Râ. Bunlar kitabın ve Kur’ân-ı Mübin’in âyetleridir.

Mübin teriminin anlamı için: (12,1;26,2; 28,2)

2 – Bir zaman olur kâfirler, “Keşke vaktiyle Müslüman olmuş olsaydık!” diye çok hasret çekerler. [6,27]

Bu pişmanlığı Allah müminlere zafer verdiğinde veya ölecekleri sırada yahut kıyamet günü dile getirirler.

3 – Bırak onları, yesin içsinler, zevklerine düşsünler, arzu ve emelleri kendilerini oyalaya dursun. Yakında bilecekler! [77,46]

4 – Bizim imha ettiğimiz her memleket hakkında mutlaka daha önce kararlaştırılmış, malum bir vaade vardır.

5 – Hiç bir ümmet vaadesini ne öne alabilir, ne erteleyebilir.

6-7 – O kâfirler, alay ederek: “Ey o kendisine kitap indirilmiş olan, dediler; mutlaka sen bir delisin!

Eğer iddianda tutarlı isen, ne diye bize o melekleri getirip göstermiyorsun?” [23,70; 43,53; 25,21-22]

8 – Biz o melekleri ancak hikmet gereğince göndeririz.

Ama o zaman da, kendilerine hiç mühlet verilmez, derhal işleri bitirilir, mahvolup giderler.

9 – Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’ân’ı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz. [5,67]

Kur’ân mesajı öyle dikkatli, titiz bir şekilde korunmuştur ki bugün dünyanın her tarafında en yaygın kitap olan bu eser, bir kelime farkı olmaksızın binlerce yıldan beri okunmaktadır. Matbaa, kaydetme, ulaşım imkânlarına rağmen yirminci asırda yaşamış ünlü şahısların eserlerinde bile farklılıklar bulunması, bu işin başlı başına mûcize olduğunu gösterir.

10-11 – Senden önce gelip geçen milletlere de Biz Peygamberler gönderdik.

Ama onlara hiç bir resul gelmedi ki onunla alay etmiş olmasınlar.

12-13 – Biz böylece o inkâr ve alayı suçluların kalplerine sokarız.

Geçmiş ümmetlerin başlarına gelen felaketler ibret teşkil ettiği halde yine de onlar iman etmezler.

14-15 – Hatta o kâfirlere gökten bir kapı açsak, onlar da yukarı yükselip çıksalar,

yine de “Galiba gözlerimiz bağlandı, belki de büyüye tutulduk!” derler.

16-18 – Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik.

Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar. [25,61; 85,1; 26,212; 37,8-10]

Burç: Kale, hisar, yüksek köşk mânalarına gelir. Gökyüzünde özel bir şekilde toplanmış olan birtakım yıldız kümelerine de burç denilmiştir. Bu kümelerin meşhur olanları on iki tane olmakla beraber, âyet-i kerimede “bürûcen” nekire şeklinde zikredildiğine göre, gökte daha keşfedilmemiş birçok yıldız kümesinin bulunduğuna işaret edilmektedir.

Şihab: “parlak ışık, alev” demektir. Göktaşı veya henüz keşfedilmemiş bir ışın türü olabilir.

Eğer göktaşı olarak düşünürsek, bunların dünya atmosferine son derecede fazla miktarda düştüğü bilinmektedir. Pek mümkündür ki, şeytanların uzayda yükselmeleri bu şihablarla önleniyordur. Fakat bunlar dünyada insanların hayatlarını imha etmezler. Zira göktaşları dünya küresini çevreleyen atmosfer küresine girer girmez yanıp kül olmakta, son derece nadir olarak, ibret olsun diye yere düşmektedir. Hasılı, dünyamız burçlarla korunmasaydı bu şihablar hayatımızı çoktan imha etmiş olurlardı.

19 – Yeri de yaydık, genişlettik ve oraya sağlam dağlar çaktık ve orada hikmetle ölçülmüş olarak her türlü nebatı yetiştirdik. [37,6]

20 – Orada hem siz insanlar için, hem rızkını sizin vermediğiniz daha nice yaratıklar için geçimlikler meydana getirdik.

21 – Hiçbir şey yoktur ki onu meydana getiren hazinelerin anahtarları elimizde olmasın. Biz onu ancak belirli bir ölçü ile indiririz.

22 – Aşılayıcı rüzgârlar gönderdik. Derken gökten yağmur indirip onunla sizi suladık.

Halbuki o suyu hazinelerde depolayan da sizler değilsiniz. [39,21; 56,68-74; 16,10; 67,30]

Rüzgarların bitkilerdeki erkek ve dişi unsurlar arasında döllenmeyi sağladıklarına işaret ediliyor.

Âyetin son kısmı ise kaynak sularını oluşturan ilahî kanuna işaret ediyor. Yağmurla inen su yerde kaybolmaz. Yüzeye yakın taş havuzlarda depolanır. Tuzlardan ve kirlerden arıtılmış olarak tatlı bir hayat kaynağı halinde mahlûklara ikram edilir.

23 – Muhakkak ki hayatı veren de Biz’iz, hayatı geri alıp öldüren de ve elbette hepsine vâris olacak, hepsinden sonraya kalacak olan baki de Biz’iz.

24 – Doğrusu sizden, önden gidenleri de, geri kalanları da Biz pek iyi biliriz.

Doğup ölenleri veya ileride dünyaya gelip ölecekleri yahut İslâm’da, Cihadda, taatte öne geçenleri veya geri kalanları da biliriz. Sizin hallerinizden hiç biri Biz’e gizli kalmaz, demektir.

25 – Senin Rabbin, elbette onları mahşerde toplayacaktır. Çünkü O hakîmdir, alîmdir (tam hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyi bilir).

26 – Biz insanı kara çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. [55,14-15; 6,2]

27 – Cinleri de daha önce, zehirli ateşten yaratmıştık.

28 – Ve hani Rabbin meleklere: “Ben, demişti, kuru çamurdan, şekillenmiş bir çamurdan bir beşer yaratacağım.”

29 – “Bu itibarla, Ben onu düzenlediğim insan şekline koyduğum ve içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun önünde secdeye kapanınız.” [2,34; 7,11; 38,72]

Allah’ın isimlerinin insanda böyle tecelli etmesidir ki insanı dünyada halife kılmış ve bütün mahlûkat üzerine çıkarmıştır.

30-31 – Meleklerin hepsi secde ettiler. Yalnız İblis bunu yapmadı, secde etmemekte diretti.

32 – Allah İblis’e: “Sen niye secde edenlerle beraber olmadın?” diye sordu.

33 – “Benim,” dedi, “kuru çamurdan şekillenmiş balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem mümkün değildir.” [2,34; 7,12; 17,62] [38,76]

34-35 – Allah şöyle buyurdu: “O halde, defol buradan! Çünkü sen kovuldun,

ve bu lânet, hesap gününe kadar senin üzerinde devam edecektir.”

36 – “Ya Rabbî!” dedi, “O halde insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver!”

37-38 – “Haydi, buyurdu, belirli bir güne kadar sana müsaade edildi.”

39-40 – İblis dedi ki: “Ya Rabbî! Beni azdırmana karşılık,

yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim

ve senin ihlasa erdirdiğin kulların müstesna, onların hepsini azdıracağım” [17,62; 38,82-83]

İblis şunu demek istiyor: “Ya Rabbî, benden aşağıda olan birine boyun eğmemi istedin. Benim bu emre uymayacağım sence mâlumdu. İşte böylece azmama sebep oldun ve bu da bu insanlar sebebiyle başıma geldi. İşte ben de onları azdıracağım.”

41 – Allah buyurdu: “Bu seçkin kullarımın tuttuğu yol, işte Ben’im gözettiğim dosdoğru yoldur.” [16,9; 1,6-7]

42 – “Şüphesiz Benim o seçkin kullarım üzerinde senin hiçbir nüfûzun yoktur, ancak senin peşine takılmış şaşkın azgınlar başka!”

43-44 – Şüphesiz cehennem de o azgınların hepsinin varacakları yerdir.

Oranın yedi kapısı vardır ve her kapıdan kimlerin gireceği belirlenmiştir.

İblis kıssasının hatırlatılması şu muhtevada olmuştur: Daha önceki âyetlerde kâfirlerin felakete götüren yollara tâbi oldukları üzerinde durulmuştu. Bu sapıklıkların gerisinde, en büyük bir düşmanın bulunduğunu, insanların buna karşı daima uyanık ve tetikte olmalarının lüzumunu hatırlatmak için bu kıssaya yer verilmiş ve denilmek istenmiştir ki: “Peygamber sizi bu tehlikeden kurtarmak istiyor. Fakat siz dostunuzu düşmanınızı ayırd edemiyorsunuz.”

45 – Şeytana uymaktan korunan müttakiler ise cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.

46 – “Selametle, emin olarak girin oraya!” (denir onlara).

47 – Onların kalplerindeki kini söküp çıkarmışızdır. Dost ve kardeş olarak, divanlar üzerinde karşı karşıya otururlar.

48 – Orada kendilerine hiç bir zahmet ve meşakkat dokunmaz, oradan hiç çıkarılmazlar.

49-50 – Kullarıma haber ver ki (günahları örten) gafur, (ihsanı bol olan) rahîm Ben’im.

Bununla beraber azabım da elîm mi elîm!

51 – Onlara İbrâhim’in misafirlerinden de bahset. [11,69; 51,24]

Hz. İbrâhim (a.s.)’ın kıssasının münasebeti şudur. Bu sûrenin başında 7. âyette müşriklerin “Eğer iddianda tutarlı isen ne diye bize melekleri getirmiyorsun?” sözleri nakledilmişti. Onlara şu denilmek isteniyor: “Melekler gelirse, kesin hükmü icra için gelirler, artık size mühlet verilmez.”

52 – Onun yanına girdiklerinde “Selam!” dediler. İbrâhim: “Biz sizden korkuyoruz.” dedi.

Misafirlere ikram ettiği yiyecekleri yemediklerini görünce böyle dedi.

53 – “Korkma!” dediler. “Biz sana (büyüdüğünde) âlim olacak bir oğlunun dünyaya geleceğini müjdeliyoruz.” [52,28]

54 – “Beni mi müjdeliyorsunuz?” dedi. “Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, artık beni nasıl tebşir edersiniz?”

55 – “Sana gerçeği müjdeledik, onun için ümit kesenlerden olma!” dediler.

56 – O da: “Rabbinin rahmetinden, hak yoldan sapanlardan başka kim ümit keser ki?” dedi.

57 – Ve ilâve etti: “Ey elçiler, bundan başka işiniz nedir? sorabilir miyim?”

58-60 – “Haberin olsun!” dediler, “Biz, Lut’un ailesi dışında suçlu bir topluluğu cezalandırmak için gönderildik; onun karısı hariç tüm ailesini kurtaracağız.

Zira eşinin suçlularla beraber kalmasını gerekli gördük.”

61-62 – Elçiler Lut’un evine gelince O: “Doğrusu, siz ürkülecek kimselersiniz.” dedi.

63-65 – “Yok” dediler, “Biz sana gerçeği, yani onların şüphe ettikleri cezayı getirdik. Emin ol! Biz doğru söylüyoruz.”

Hemen gecenin sonunda aileni yola çıkar, sen de arkalarından git, içinizden hiç kimse dönüp ardına bakmasın, size emredilen yere geçin gidin!” [15,8; 11,65]

Bundan maksat: “Sakın arkana bakma, yoksa taş kesilirsin!” değildir. Maksat şudur: “Arkanıza bakarsanız felakette helâk olanların müthiş çığlıkları, manzaraları ile karşılaşırsınız. Şimdi ne onların lâyık oldukları cezayı bulmaları sebebiyle sevinme, ne de üzülme zamanı değildir. Oradan hızla uzaklaşmalısınız ki azap yağmurundan etkilenmeyesiniz.”

66 – Ona şu kesin emri vahyettik: “Sabaha çıkarlarken onların kökü kesilmiş olacaktır!” [11,81]

67 – Şehir halkı da misafirlerin geldiğini duyup eğlenmek için gelmişlerdi.

68-69 – “Bunlar benim misafirlerim!” dedi, “Ne olur beni mahcûp etmeyin. Allah’tan korkun da beni rüsvay etmeyin!”

Bu âyetler onların saldırganlıkta âdeta gözlerinin döndüğünü zarif bir üslûpla ifade ediyor. Halk tarafından saygı duyulan birine, kısa süre için uğrayan bir misafir bile tacizlerinden emin olamıyordu. Talmud’da bu çürümelerin çok somut örnekleri rivâyet edilir.

70 – Onlarsa: “Biz seni elalemin işine karışmaktan menetmemiş miydik (şunu bunu korumak sana mı kalmış!)” dediler.

71 – Lût: “Eğer evlenmek isterseniz, işte kızlarım, onlarla evlenebilirsiniz” dedi.

72 – (Resulüm!) “Hayatın hakkı için onlar, kendilerini öylesine kaybetmişlerdi ki sarhoşlukları içinde sürünüp gitmekte idiler.”

Bu hitabı yapan Cenab-ı Allah’tır. Bir başka tefsire göre, hitab edenler elçi melekler “Hayatın hakkı için, onlar sarhoşlukları içinde sürünüp gitmektedirler.” demişlerdi.

73 – Güneş doğarken o korkunç ses bastırıverdi onları!

74 – Bir anda şehirlerinin altını üstüne getirirdik. Pişirilmiş çamurdan yapılmış taş yağmuruna tuttuk onları!

75 – Elbette bunda işaretten anlayanlar için alınacak nice ibretler vardır.

76 – Hem o şehir harabesi uğrak bir yol üzerindedir.

Bu şehrin harabeleri Hicaz’dan Suriye ve Mısır’a giden yol üzerindedir.

77 – Elbette bunda, iman edecekler için çok ibretler vardır.

78 – Eyke halkı da zalim mi zalim bir halk idi.

Eyke, Tebük’ün eski adı olup Şuayb (a.s)’ın halkıdır.

79 – Onlara da hak ettikleri cezayı verdik. Bu her iki şehir harabesi de uğrak bir yol üzerindedir.

80 – Hicr halkı da peygamberleri yalancı saydı.

Hicr, Semud’un başkenti idi. Kalıntıları Medine’nin kuzeybatısında el-Ula kasabasının yanındadır. Medine – Tebük karayolu üzerindedir. Hz. Peygamber (a.s.)’ın tavsiyesine uyarak, buradan geçenler orada konaklamazlar.

81 – Onlara delillerimizi gösterdik, ama onlar bu delillerden yüz çevirdiler [41,17]

82 – Dağlarda evler yontarak güven içinde bulunuyorlardı.

83 – Bir sabah o korkunç ses bastırıverdi onları!

84 – Kazanıp ele geçirdikleri mal ve imkânlar hiçbir fayda vermedi kendilerine.

Bu âyet Hz. Peygamberi ve müminleri teselli etmektedir. Hakikatin mutlaka zuhur edeceğini, batılın savletinin devamlı olmadığını bildirmektedir.

85 – Öyle ya, Biz gökleri, yeri ve bu ikisinin aralarında bulunan varlıkları elbette boşuna değil, gerçek bir gaye ve hikmetle yarattık.

Hiç şüphe yok ki o kıyamet saati gelip çatacaktır. Öyleyse müsamaha ile, tatlılıkla davran onlara! [23,115-116; 38,27; 53,31; 43,89]

86 – Elbette senin Rabbin mükemmel yaratan ve her şeyi hakkıyla bilendir. [36,81-83]

87 – Şu kesin ki biz sana Seb-i mesânî ile şu yüce Kur’ân’ı verdik.

Seb’-i mesânî: Fatiha sûresidir.

88 – Sakın o kâfirlerden bir kısmına geçici bir zevk olarak verdiğimiz dünya nimetlerine göz dikme!

Onların iman etmemelerinden ötürü üzülme ve müminlere kol kanat ger, onları şefkatle koru! [20,131; 26,215; 9,128]

89 – Ve de ki: “Sizleri bekleyen felakete karşı sizi açıkça uyarıyorum.”

90-91 – Tıpkı o bölüşenlerin, O Kur’ân’ı parça parça edenlerin başlarına indirdiğimiz felaket gibi.

Muktesimîn: bölüşenler, bölenler veya yemin edenler mânalarına gelir. İlk mânaya göre: Kur’ân’ı kısım kısım ayırarak bir kısmını kabul, öbür kısmını reddedenler mânasına gelir. Bunlar, birinci derecede, kendileri de kısım kısım bölünmüş olan Yahudi ve Hıristiyanlardır. Ayrıca, inkârlarını var güçleriyle yemin ederek pekiştirenler de kasdedilmiş olabilir.

92 – Rabbin hakkı için, onların hepsini sorguya çekeceğiz!

93 – Onları yaptıkları işlerden sorumlu tutacağız.

94 – Şimdi sen, sana ne emredilmişse onu açıkça onlara söyle.

O müşriklere aldırma! [54,6; 68,10]

95 – Seninle alay edenlerin haklarından gelmeye Biz yeteriz.

96 – Onlar Allah’tan başka tanrı uyduruyorlar ama yaptıklarının sonucunu yakında öğrenecekler!

97 – Onların bu kabil iddialarından ötürü senin canının sıkıldığını çok iyi biliyoruz.

98 – Ama sen Rabbini hamd ile tenzih et ve secde edenlerden ol.

99 – Sana ölüm gelip çatıncaya kadar da Rabbine ibadet et. [74, 46-47]

Yakîn: Müfessirlerin ekserisi tarafından “ölüm” diye tefsir edilmektedir. “Kesin bilgi” veya “zafer” diye yorumlayanlar da vardır.




Şərh yaz